Türk-ABD ilişkileri, tarihinin en kritik dönemlerinden birini yaşıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan`ın son Amerika gezisi de bundan etkilenmedi denilemez. Türkiye`deki kimi basın,  Nükleer Güvenlik Toplantısı için Washington`a giden Erdoğan`ın ABD`de tutuklanacağı, Obama`nın kendisi ile görüşmeyeceğini günler öncesinden yazdı durdu. Amerikan basını da bu konuda kendisine verilen ödevi yerine getirdi. Erdoğan`ın değiştiği, demokrasi ve basın özgürlüğünü rafa kaldırdığı ve artık ‘Padişah Erdoğan` diye anılmayı hak ettiğini işledi. Bir süreden beri içeride ve dışarıda devam eden Erdoğan`la ilgili bu aleyhte propagandaların bir arka planı var elbette.

Sanıldığı gibi Batı`da basın özgür ve objektif değildir. Basın,  devletin dış politikalarını destekler ve bu istikamette algılar oluşturur. Bu, basının ilan edilmeyen asli görevlerinden biridir. Irak işgali öncesi Sadam Hüseyin ve yönetimi ile ilgili oluşturulan algının benzeri, ABD`nin hoşlanmadığı herkes için de oluşturulabilir. Kuzuyu yemek isteyen kurt, ‘suyumu neden bulandırıyorsun?` gerekçesini öne sürermiş ya;  işte ABD ve onun itaat çemberinden çıkmak isteyen müttefik ve dostlarının durumu da aynı hikâye.

Geriye dönüp bakınca, ABD -Türkiye ilişkilerinin Irak işgali döneminden beri peyderpey bozulmaya başladığını görürüz. Türk Parlamentosunun ABD askerlerinin Türkiye üzerinden Irak`ı işgal etmesine onay vermemesi ABD`yi hayal kırıklığına uğratmış ve öfkelendirmişti. Yarım asrı aşkın bir süreden beri ABD`nin bir dediğini iki yapmayan Türkiye`ye ne olmuştu böyle? Bu cüret ve cesaret bedelsiz kalmamalıydı. İşte asıl mesele; kendi başına hareket etme cüretini gösteren Türkiye`yi tekrar itaat çizgisine döndürmek... Gerisi laf-ı güzaf.

Irak konusundaki tezkere krizinden sonra meydana gelen en önemli sorun ise, israil ile ilişkilerin bozulması oldu. Erdoğan`ın israil ile ilgili sözleri yenilir yutulur cinsten değildi. İsrail`e karşı ‘One minute` çekmek öyle karşılıksız kalamazdı. Filistin sorunu ve özellikle Hamas`a duyulan yakın ilgi, Arap baharı sürecinde İhvan`ın desteklenmesi ve en son olarak Suriye meselesinde Erdoğan`ın kendi başına bağımsız hareket etme politikası, ABD` yi iyiden iyiye kızdırdı.

İşi sağa sola çevirmeden söylemek gerekirse, ABD artık Türkiye ve Erdoğan`a ‘çok oluyorsun` mesajı veriyor. Obama`nın basın özgürlüğü konusunda Erdoğan`ı uyarması ise ‘çok oluyorsun, artık yeter` demenin daha dolaylı ve kibarca bir ifadesidir. Doğrusu Türkiye`de basın özgürlüğünün olup olmaması Obama`yı neden ilgilendirsin? Basın veya herhangi başka bir konudaki özgürlükler Obama`nın umurunda olsaydı, Suudi Arabistan ve Mısır`a çok şeyler söylemesi gerekmez miydi?

Soykırımla nesilleri tükenmiş olan Kızılderililerin şöyle manidar bir atasözü var: ‘Beyaz adam çatal dille konuşur.` Bu atasözü, Batı`nın başka milletlerle olan ilişkisini çok güzel ifade ediyor. Peki, nedir bu çatal dille konuşmanın anlamı?  Bunun en belirgin iki anlamı var. İlki; çatal dilli yaratık yılandır. Bu mahluka asla güven olmaz. Fırsatını bulunca hemen sokar ve adamı öldürür. Diğer anlamı ise, dilin bir tarafı bir şey söylerken, diğer tarafı başka bir şey söyler. Dün söylenen şeyin bugün tam tersi söylenir veya dün yapılan işin, bugün tam zıddı yapılır.

 ABD ve Avrupalı devletlerin vazgeçilmez politikası bu ikiyüzlülüktür. Sokmak ve zehirlemek yılanın tabiatı olduğu gibi, sömürmek de Batı`nın tabiatıdır. Elde sopa olmadan bu yılanlara yaklaşmak çok tehlikelidir. Aslında bunlara yılan deyip yılanın günahına girmemek lazım. Zira yılan saldığı zehirle en kötü ihtimalle bir kişinin hayatına kıyar. Teknolojiyi eline geçiren ‘beyaz adam` ise, şimdiye kadar iki yüz milyondan fazla insanın canına kıymış.

Bu iki ayaklı yılanlar, her iki dünya savaşında toplam 60 milyon insanın kanına girdiler. Sömürge döneminde enva-i türlü katliamlar yaptılar. Cezayir`de, Kore`de Angola`da Vietnam`da ve en son Afganistan ve Irak`ta milyonlarca masum katlettiler. Hiroşima ve Nagazzaki`yi atomla haritadan sildiler. Bunların en büyük marifeti, öldüren silah teknolojileri üretmek, silah satmak ve daha çok kazanmak için dünyanın muhtelif bölgelerinde ihtilafları körükleyerek savaş çıkarmaktır. Çatal dillerinin diğer yanıyla insanlara özgürlük ve insan hakları dersi vermeyi de asla ihmal etmezler.

Şimdi diyeceksiniz ki, Obama`nın söylediklerinde haklılık payı yok mu? Elbette var. Türkiye`nin her alanda birçok eksiği var. Her devletin de bu türden eksikleri vardır elbette. Ancak Obama`ya bu doğruyu söyleten asıl nedene bakınca onun çatal dille konuştuğunu anlayabiliyorsunuz. Batı`lı kafa, başkasının yanlışını kendi amacına ulaşmak için kullanır sadece. Yoksa insanların özgür olup olmamaları onları asla ilgilendirmez. İnsan hakları, özgürlük, hak- hukuk meselesinde Batı`lı kafanın ne kadar gerçekçi olduğunu anlamak isteyen tarihe bir baksın. Hayır hayır, tarihe gitmeye de gerek yok; şu Suriye meselesi ve Suriye`li mülteciler konusundaki tavırlarına baksın yeter.

Eğer gerçekten Obama diktatörlükten hoşlanmıyor, özgürlüklerden yana biri ise, neden gerçek diktatörlere ses çıkarmaz peki? Beş yıldır halkını kesen Beşşar Esed`i neden devirmek istemez. Eski bir CIA ajanı Obama`nın Beşşar`ın devrilmesi ile ilgili 50` ye yakın plana karşı çıktığı ve bunları geri çevirdiğini söylüyor. Hem Beşşar gitsin diye söylenip dur, hem de gitmesine onay verme! Baas rejiminin kimyasal silah kullanması kırmızıçizgimizdir dememiş miydi hazret? Demişti; ama bunu da çatal dilinin bir yanıyla demişti.

Hatırlayalım, Arap baharı sürecinde ABD eski diktatör dostlarını yüzüstü bıraktı. Sonra döndü Mısır halkının özgür iradesiyle seçtiği Mursi`ye sırt çevirdi. Halkın seçtiği lidere karşı darbe hazırlattı. Katliamlara imza atan katil Sisi`yi iktidara taşıdı. Ve en son, İhvan-ı Müslimin`i de terör listesine aldı. Peki, kılıcı eline alıp muhalif kesen Suudi dostlarına Obama bir şey dedi mi? Demedi ve demez. Niye desin yahu? Bunlar çatal dille konuşur dedik. Öyle propaganda ettikleri gibi insani değerler filan yok bunlarda. Demokrasi, insan hakları, özgürlükler vs, başkalarını uyutmak için çatal dille söylenen tatlı hikâyeler. Bu tatlı hikâyelere olan imanını bozan her devlet terör destekçisi, her devlet yöneticisi de  ‘despot` ve ‘diktatör` olarak ilan edilir. Daha kötüsü, çatal dillilerin şeriatına göre recm cezasına da çarptırılabilir. Başınıza kötü bir iş gelsin istemiyorsanız hikâye dinlemeye devam ediniz.