PKK –Devlet arasında başlayan ve iki yıla yakın bir süreden beri devam eden ‘barış süreci` hakkında söylenmeyen kalmadı gibi. Tabi ki herkes konuya durduğu yerden bakarak bir şeyler söylüyor. Bizim bakış açımızın da bundan müstesna olacağını söylemek doğru olmaz elbette. Bununla beraber söyleyeceklerimin benim kendime ait, şahsi görüşlerim olduğunu belirtmemde de fayda görüyorum.

Öncelikle otuz yıldan beri devam eden ve ülkeye çok pahalıya mal olmuş bir kavgayı/savaşı adlandırmada yanlışlar yapıldığını düşünüyorum. Bir sorunu adlandırmak öyle basit bir şey olmamalıdır. Tıp biliminde hastalığı tanımadan ve tanımlamadan tedaviye geçilmesi durumunda, çoğu kez hastalığın baş edilemez bir hal alması,  hastanın hayati tehlike ile karşılaşma gibi tehlikeli riskleri beraberinde getirir.

Öncelikle bu sorunun bir Kürt-Türk sorunu ve savaşı olmadığının altını çizmek gerekir. İslam âleminde Avrupa`da olduğu gibi etnisiteye dayalı savaşlar olmamıştır. Soy-sop üstünlüğünü ‘cahiliyye` diye adlandıran Kur`an, insanların tek bir aileden türemiş kardeşler olduğunu belirtir. Irkçı düşüncelerin ana vatanı Avrupa`dır. İnsanlık tarihini kana bulamış Nazizim, Siyonizm başta olmak üzere, hemen bütün faşist ve nasyonal düşünceler Avrupa`dan dünyaya yayılmıştır. Ülkemizde de bugün çekilen acıların, sıkıntıların kaynağı olan Türkçülük akımı da asıl itibariyle Avrupai`dir. Dünya tarihinde İslam ümmetini oluşturan unsurların  (Arap, Türk, Kürt) uzun süre kayda değer bir sorun olmadan birlikte yaşamış olmalarına ikinci bir örnek göstermek neredeyse mümkün değildir.

Konuyu ‘Kürt sorunu` olarak adlandırmak da, doğruluk payı yanında yanlış ve eksikler barındırıyor. Bence soruna ‘rejim sorunu` demek daha doğru ve isabetli bir adlandırma olur. Çünkü Kürtlerle ilgili sıkıntıların meydana gelmesine bu rejimin uygulamaları neden olmuştur. Yüz yıllarca İslam`ın müşfik kanatları altında yaşayan bölge insanları önemli sorunlarla karşılaşmadı.  Ne zaman ki coğrafyamız batılıların ve batılı değerlerin etkisine girince olanlar oldu; acılar ve sıkıntılar peşi sıra üzerimize yağmaya başladı.

Geçen asrın ilk yarısından kalma bu rejimin artık ne Kürtlere, ne de ülkede yaşayan diğerlerine verebileceği bir şeyi kalmamıştır. Hem bu rejim sadece Kürtlerle değil, farklı renklerden hemen bütün vatandaşlarıyla sorunlar yaşamış, ağır sabıkaları olan bir rejimdir. Mevcut dini ve etnik hüviyetlerin hepsi bu rejimden çektiği kadar çekmiş. Peki bütün bu farklı kesimlerin haklarını ve inançlarını güvence altına almayan, kapsayıcılıktan mahrum bir ‘çözüm süreci` başarılı olur mu?

Hem masanın karşı tarafına Kürtlerin ancak belli bir kesimini temsil eden PKK`yi koyup buna ‘Kürt sorununu çözme süreci` demek ne kadar gerçekçi olur? Bu durumda PKK dışındaki Kürtleri ne yapacağız peki? Yoksa PKK`ye taraftar olmayan Kürtlerin devlet ve onun  resmi ideolojisi ile bir sorunu yok mu diyeceğiz?

Ben bunun tam tersini düşünüyorum. Hatta biraz daha ileriye gidip, PKK tarafında yer almayan Kürtlerin mevcut devlet ve rejimiyle PKK`den daha çok derin sorunlar yaşadığı kanaatindeyim.  İleri sürdüğüm bu tezimin doğruluğunu onaylayacak birçok deliller sayabilirim. Şurada sadece şu kadarını belirtmekle yetineyim: Şayet sözünü ettiğimiz Kürtlerin devlet ve rejim ile bir sorunu olmamış olsaydı, bunların oylarını devlet partisi CHP`ye vermeleri gerekirdi. Rejimin katı yüzünü temsil eden CHP`nin kimlere daha yakın olduğunu söylemeye gerek duymuyorum. İyi veya kötü de olsa PKK ile bir süreç başlatmış Ak Parti`ye ve politikalarına cephe alıp ‘devletin geleceğini düşünenler ve seküler güçleri sorumluluk almaya davet` edenlerin resmi ideolojiye hangi mesafede durduklarını anlamak için ‘dahi` olmaya gerek var mı?

Her ne kadar bu ‘süreç` usulden ve esastan birçok arızalar taşısa da, sorumlu her insan gibi biz de bu memlekette kan dökülmemesi için gereken her şeyin yapılması gerektiğine inanıyoruz. Süreç eleştirilsin, ancak bozulmasın. Çünkü tekrar savaşa dönüldüğünde her iki taraftan akacak olan kan bizim kanımızdır.