Rivayet edilmiş ki zamanın birinde bir padişah vardı. Padişahın bir de akıllı bir hekimi vardı.

Padişah daima genç ve dinç kalabilmenin hayallerini kuruyordu. Bunu bir gün doktoruna söyledi: “Hadi madem doktorsun bu işe bir deva ve çare bul.”

Hekim, padişahın uzun yaşayıp güçlü ve genç kalma dileğinin çaresini aramaya, araştırmaya çıktı.

Uğradığı köylerin birinde köylülerden uzun ömür sürüp genç kalmaya yarayacak faydalı bitkilerden sordu. Köylüler de ona, “Bu dağın başında iki kardeş oturur. Çık da bir onlara sor, belki onlar bu konuda sana yardımcı olurlar.” diye öğütte bulundular. 

Hekim, bu her iki kardeşin yaşadığı yere vardı. Vakit akşama doğruydu ve yorgundu. Orada iki ev buldu. Bunların ilki ufak bir evdi ve çevresi darmadağın bir haldeydi. Önünde ise feleğin çemberinden geçmiş gibi perişan, ihtiyar bir adam oturuyordu. Selam kelamdan sonra hekim, “Bir gece misafir olarak kalmama müsaade var mı?” dedi. İhtiyar adam daha cevap vermeden içeriden eşinin sesi duyuldu: “Bizim misafiri barındıracak bir yerimiz, imkânımız yok. Git kendine başka bir yer ara”

 İhtiyar adam hekime mahzunca baktı ve sanki “işte halimi görüyorsun” anlamını taşıyan bir bakışla hekime mahcubiyetini ifade etti. Utancından başını önüne eğdi.

Hekim, diğer eve doğru yöneldi. Bir de baktı ki çok güzel ve zarif, çevresi düzenli bir ev. Bahçesinde türlü türlü güzel kokan çiçekler, cıvıl cıvıl öten kuşlar, bülbüller... Evin önünde ise nur yüzlü bir genç onu karşıladı. Hoş beşten sonra hanımına, “Sultanım bu gece bir misafirimiz var” diye seslendi. Adamın eşi de hekime “Hoş geldin” dedi ve içeriye buyur etti. Ertesi gün hekim, adama buralara geliş nedenini açıkladı ve sordu: “Sen bu kadar genç ve dinç iken büyük kardeşin neden çökmüş ve perişan halde duruyor?”

Adam güldü ve “Sen yanılıyorsun; o benim abim değil, küçük kardeşimdir. Ben ondan 5 yaş daha büyüğüm” dedi.

Hekim daha da şaşırdı ve adamın bu kadar genç kalma nedenini açıklamasını talep etti. Gerekirse bunun için ne isterse verebileceğini de ekledi.

Adam “Bunu yarın söyleyeyim” dedi. Ertesi gün yemek yerlerken adam eşine, “Sultanım, bostana gidip bir karpuz getiriversen” dedi. Hanımı “Baş göz üstüne” dedi, hemen bostana vardı ve çok geçmeden karpuzu alıp getirdi.

Adam karpuzu eline aldı; evirip çevirdi, eliyle vurdu ve “Sevgili hayat arkadaşım, bu karpuz olgunlaşmamış, gidip başka birini getirsen” dedi.

Hanım, hemen kalktı tekrar bostana gitti, karpuzu alıp getirdi. Adam bu ikinci defa getirilen karpuzu da beğenmedi ve eşine gidip başka bir karpuz almasını söyledi. Kadın hiç yüzünü ekşitmeden “Hemen efendim” deyip tekrar bostana doğru yol aldı. Adam üçüncü defada getirilen karpuzu da alıp yokladı ve  “İşte bu” dedi. Hanımına gülümseyerek teşekkür ettikten sonra bıçağı aldı, karpuzu kesti ve misafirle beraber yediler.

 Karpuz yeme işinden sonra hekim sorusunu tekrarladı ve “Bu kadar genç kalmanı hangi şifalı ot ve yemeklere borçlusun” diye sordu.

Adam şöyle cevap verdi:

 “Genç kalışımın sebebi herhangi şifalı bir ot veya yemek değil, sadece şu güzel ahlâklı, sabırlı ve saygılı eşimdir” dedi.

Adam, “Hekim bey biliyor musun, bizim bahçede tek bir karpuzumuz vardı. Hanım her gidişinde aynı karpuzu getiriyordu ve senin yanında beni mahcup edecek bir şey demedi. Yüzünü bile ekşitmedi.” dedi.