Ortadoğu diye anılan bölgemiz bu isimle anıldığından beri hiç rahat yüzü görmedi. İngiliz ve Fransızların yüz yıl önce paylaştığı ve parçaladığı bu topraklar bu kadar denî bir zilleti asla yaşamadı. Tam bir asır önce İngiliz ve Fransızlar; bugün ise ABD ve tetikçisi israil… Yakamızdan ne zaman düşecek bu iblisler?  Kalbimize ve kalıbımıza vurdukları prangalardan nasıl kurtulacağız?

Akif'in;

‘Bu uğursuz gecenin yok mu sabahı?’ dizesini yazarken yaşadığı o ruh hâlini yaşıyoruz sanki.

   Ümmet o kadar kendinden geçmiş ki, olup bitenlerin nereden kaynaklandığını, düşmanın kim, dostun kim olduğunu dahi fark edemiyor.

  Evet, tarihin hiçbir döneminde Müslümanlar bu derecede bir akıl tutulması yaşamadılar. Tarihçiler bunun için tek bir örnek verebilirler; o da Endülüs'ün yıkılışı. Endülüs’te Frenkler, Müslümanları kendi aralarında bölmüş, birinin aleyhinde diğerini destekleme oyunuyla koca bir ülkeyi ve medeniyeti yok etmişlerdi. Şimdi Filistin, Lübnan, Irak, Suriye başta olmak kaydıyla bölgemizde olup bitenler bu eski oyunun ta kendisidir. Bunu görmemek için sadece kör değil, akıl ve izandan da mahrum olmak gerekir.

   Bu çağdaş haçlı saldırılarının sebep olduğu kan, kin, gözyaşı, yıkım ve dağılma, tarihimizin hiç bir döneminde yaşanmış mıdır? Hiç sanmıyorum. Bu topraklar toprak olalıdan beri bu oranda kan ve gözyaşı görmedi. Hiç bu kadar masum çocuk annesiz babasız kalmadı. Bu kadar insan yerinden yurdundan göç ettirilmedi. Akdeniz’in serin suları hiçbir zaman bu kadar mülteciyi boğmadı. Sahiller bu kadar kıyıya vuran çocuk cesedi görmedi. En önemlisi ve acı vereni ise, Müslüman Müslüman’a hiç bu kadar bigane kalmadı. Ne Moğol istilası, ne Haçlı seferleri bu kadar barbarca olmadı; bu denli yıkıcı etkiler bırakmadı. Müslümanlar hiç bir dönem bu kadar aşağılayıcı bir zillete razı olmadılar, bu zulmü kendilerine reva gören can düşmanlarını dost edinme şaşkınlığına düşmediler.

    İşin aslına bakarsak, Müslüman ülkelerdeki idareler, - çok azı müstesna- Batı’nın emir ve güdümüne girmişler. Bizden görünerek Batılılar hesabına iş yapıyorlar. Ve işin başında olanlar çok ama çok ehliyetsiz ve pısırık karakterler. Eric Hoffer’in ifade ettiği gibi “Bir topluluğun karakter ve kaderi birçok zamanlar onun kötü elemanlarınca belirlenir.”

Ülkelerimizdeki egemen rejimler ve kadroları şu meşhur hikâyede anlatılanın aynısı gibi:

   “Kurt, hayata yeni başlayan yavrusuna dünyayı tanıtmaktadır. Çıktıkları dağın zirvesinden ovada yayılan koyun sürüsünü gören yavru, annesine sorar:

- Bunlar nedir?

Annesi anlatır:

- O gördüğün etrafa dağılmış yaratıklar, koyundur. Etleri çok lezzetlidir. Fırsatını bulursan hemen birini yakala. Onlar senin nasibindir.

Yavru bu defa çobanı göstererek sorar:

- Sırtında keçe, elinde değnek olan ve ayakta duran kimdir?

Anne bu defa çobanı anlatır:

- Sürünün koruyucusudur. Sakın ona yaklaşma. Gördüğün zaman kaç ve saklan.

Yavru, sürünün etrafında dolaşan köpeği merak eder:

- Orada bize benzeyen biri var. O kimdir?

Anne kurt iç çekerek cevap verir:

- Ah yavrum. Asıl ocağımızı söndüren o, bize benzeyip de bizden olmayandır. Sürünün köpeğidir. Ondan uzak dur...!

  Evet biz, biz olmaktan, kendimiz olmaktan çıkıp başkalarına özenince, çocukça onları taklit edince, kitabımız Kur’an’ın öğretilerini unutunca olanlar oldu. Yani bize ne olduysa bizden oldu.

    Hazreti Pîr (ra) ne doğru demiş:

                         ‘Ay doğmuyorsa yüzüne,

                          Güneş vurmuyorsa pencerene,

                          Kabahati, ne güneşte, ne ayda ara...

                         Gözlerindeki perdeyi arala. . . !’