İslami tefekkür nazarında şu âlem büyük bir kitaptır. Her kelimesi ibretler dolusu mucize bir kitap. Kitap derken kağıda yazılmış bir kitap anlaşılmasın. Okuyucusuna bilgiden başka çok daha kıymetli mesajlar veren adeta onunla bir dost ve yoldaş olan bir kitap. Kağıtlar üzerinde yazılmış bir kitabı herkes okuyamaz. Çünkü herkes okuma yazma bilmeyebilir veya kitabın yazılı olduğu dili anlamayabilir. Ama şu âlem kitabı, herkesin rahatlıkla okuyabileceği kendi kapasitesince ibretler çıkarabileceği umumi bir kitaptır.

  Bu âlem hem kitap hem de aynı zamanda bir hitaptır. Âlem kitabında her şey kendine has bir lisan ile yaratıcısını tesbih eder, misafir olarak bu âleme gönderilmiş insana ikramda bulunur, Allah namına kendisini ona musahhar eder. Şu âlemin her zerresi insana hitap eden mesajlarla doludur. Yer, gök, canlı cansız bütün âlemler, gece ve gündüz, değişen mevsimler mesajlarla doludur.

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara faydalı şeyler taşıyarak denizde akıp giden gemilerde, Allah’ın gökten indirip de kendisiyle ölümünden sonra yeryüzünü dirilttiği ve üzerinde dolaşan her türlü canlıyı yaydığı yağmurda, gökle yer arasında emre hazır bekleyen rüzgarları ve bulutları farklı yönlerde evirip çevirmesinde aklını kullanan bir topluluk için elbette Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren deliller vardır.” (Bakara 164)

Hasılı bu âlem kitabı canlı, aynı zamanda can üfleyen mesaj ileten bir kitaptır ki onun taşıdığı mana ve sırlar tükenmez. İşte ilâhi mesajın “oku” emrinden kastı, kendini ve içinde yaşadığın evreni tanı demektir.

   İlahi kudret ve rahmetin tecellisi olan bu âlemi doğru anlamanın yolu bellidir. Yaratan, yarattığı şu muazzam evrenin niçinini, nedenini de açıklamaz mı? Ântika bir eseri tanımlayan, seyirci ve ziyaretçilerine tanıtan bir kitapçık, broşür neyse ilâhi vahiy olan Kur’an-ı Azimüşşan da odur. Kur’an’ı anlamayan, ona iman etmeyen birinin bu büyük âlem denilen varlıklar dünyasını, dolayısıyla kendisini de doğru anlaması imkansızdır. Hani okuma yazması olmayan birinin, kağıda yazılmış bir kitap karşısındaki konumunu düşünelim. Bu adam kağıt parçalarındaki yazılara bakmadan kağıt malzemesini bir ateş tutuşturma işinde kullanmaktan çekinmez. Ve kendine göre bir iş ve başarı da sayar bunu. İşte günümüz teknik, teknolojik okuma ve bakış açıları da aynen bunun gibidir. Maddi ihtiyaçların temini yaklaşımıyla evrenle ilişki kuran bir düşünce ve yaklaşımın sonu felaket ve fesattan başka bir şey değildir. Bunun içindir ki yeryüzü; suyu, havası ve toprağıyla kirletilmiş vaziyettedir. İnsan adeta içinde yaşadığı doğa ile savaş pozisyonundadır. Bindiği dalı kesen bilinçsiz bir mahluk..

İlâhi âlem kitabını okuyamayanlar hep mucizeler isterler. Oysa görünen her şey mucizeden başka nedir ki! Ünlü mütefekkir “Cibran Halil”in bu âlem kitabının hitabını anlamayanların halini tasvir ettiği mısralarıyla noktalayalım yazımızı:

“Adam fısıldadı: ''Tanrım konuş benimle.''

Ve bir kuş cıvıldadı ağaçta.

Ama adam duymadı.

Sonra adam bağırdı:

''Tanrım konuş benimle.''

Ve gökyüzünde bir şimşek çaktı.

Ama adam dinlemedi onu.

Adam etrafına bakındı ve,

''Tanrım seni görmeme izin ver'' dedi.

Ve bir yıldız parladı gökyüzünde.

Ama adam farkına varmadı.

Ve yüksek sesle haykırdı:

''Tanrım bana bir mucize göster.''

Ve bir bebek doğdu bir yerlerde.

Ama adam bunu bilemedi.

Sonra çaresizlik içinde sızlandı:

''Dokun bana tanrım ve burada olduğunu anlamamı sağla, ne olur! ''

Bir kelebek kondu adamın omzuna.

Ve adam kelebeği, elinin tersiyle uzaklaştırdı...”