Bazen bu hafta gazetemiz için ne yazayım diye düşünürken sosyal medyadan gözüme ilişen, okuduğum ve hoş bulduğum hikmetli bir metni aynen veya Türkçeye tercüme ederek size aktarmaya çalışıyorum. Bu hafta da çevirisini yaptığım o yazılardan birini sizlerle paylaşmak istedim:
“ Garip bir fakir, hikmet ehli ve aynı zamanda çok cömert, ermiş bir zatın yanına vardı. Hikmet ehli zat oturmuş, öğrencilerine ve sevenlerine sohbet ediyor, ders anlatıyordu. Fakir adam da selam verdi, boş bulduğu bir yere oturup bu muhterem zatı edeple dinlemeye başladı. Ancak garip adamın ilim tahsili için gelmediği belli oluyordu. Yüzündeki derin çizgileri görenler, onun feleğin çarkından geçmiş soylu, onurlu biri olduğunu fark ediyordu. Bir de adamın elinde sanki içinde su varmış gibi tuttuğu bir bardak vardı.
Hikmet ehli zat, dersini kesti ve bu garip fakire dikkatle baktıktan sonra;
“Cevabını vereceğimiz bir sorun ya da giderebileceğimiz bir ihtiyacın varsa buyurunuz, söyleyin” dedi.
Fakir adam: “Hayır; ne soracağım bir soru ne de bir ihtiyacım var. Ben sadece bir tacirim. Senin ilim, ahlâk sahibi ve hayırsever biri olduğunu duydum ve sana bu elimdeki bir bardak suyu satmak için geldim. Bu suyu ancak onun değerini bilenden başkasına satmamaya yemin etmişim. Bunu alabilecek saygın biri olarak gördüğüm için sana satmak istiyorum”.
Muhterem zat:
“Ver bir bakayım.”
Fakir bardağı kendisine uzattı.
O zat bardağı aldı, düşünceli bir şekilde içindeki suya ve bardağa bakıp beğenmiş bir tarzda kafasını “evet” anlamında salladı ve o fakire:
- “Bunu kaça satıyorsun?”
- “Yüz dinara”
- “Bu fiyat az, ben sana yüz elli dinar vereyim”.
- “Hayır, tam yüz dinar, ne eksik, ne fazla..”
Ermiş zat çocuğuna, “Git annenden yüz dinar alıp getir” dedi.
Fakir adam parasını aldı, Allah’a hamd, o zata da teşekkür ettikten sonra oradan ayrılıp gitti.
Az sonra ders faslı bitince meclistekiler dağılıp gittiler. Muhterem zat uyuklayacakmış gibi uzandı. Bu arada oğlu ve öğrencilerinden bazıları bardaktaki suyu incelediler ve bunun normal bir sudan farklı olmadığını fark ettiler. Muhterem zatın oğlu, babasının yanına koştu ve üzüntülü bir şekilde “Baba, o adam seni kandırmış, bu suyun farklı bir özelliği yok ki o verdiğin paraya değsin”? diye feryad etti.
O maneviyat büyüğü zat, gülümseyerek kalkıp oturdu ve çocuğuna şöyle dedi: “Oğlum, sen o suya gözlerinle bakınca onun sıradan bir su olduğunu gördün. Ben ise deneyimim ve basiretim ile o suya bakıp adamın yüzündeki “onur suyu” olduğunu anladım. Adam, direk bizden bir şey isteyerek dilenci durumuna düşüp görenler karşısında onurunu rencide etmemek için böyle yaptı. Görmedin mi ki adam, ihtiyacı kadarını istedi, fazlasını kabul etmedi. Onun bu durumunu anlamaya, ihtiyacı olanı ona vermeye beni muvaffak kılan Allaha hamdolsun.” dedikten sonra oğluna şu öğüdü yaptı:
“Bir insanın neye ihtiyacı olduğunu henüz o söylemeden anlamak, basiretle görmek demektir. Gönülde körlük olunca gözle görmenin bir faydası yoktur. İçine dön, yalnız dışınla meşgul olma! Zira sen cisminle değil, ruhunla, kalbinle insansın. Hayır yaparken onun usul ve adabına uyarak yapman gerekir, aksi halde yaptığın hayrı boşa çıkarma tehlikesi yaşarsın ”.