İslam’a göre din Allah’ındır ve Allah katında tek geçer din de İslam(Allah’a teslimiyet)’dır. Hz. Muhammed(sav)in tebliğ ettiği dinin İslam’dan başka bir adı yoktur. Önceki peygamberlerin tebliğ ettiği dinin adı da İslam’dır. Daha sonra bu peygamberlerin tabileri vahye dayalı dini de dinin adını da değiştirmişlerdir. Musevilik, İsevilik vb. adlandırmalar doğru olamaz. Biri de kalkar “Muhammedilik” derse bu da doğru olmaz. Avrupalılar genellikle Müslümanları kast ederken bu sözcüğü kullanıyorlar. Evet dini ve onun esaslarını belirleyen peygamber değil, bizzat Allah’tır.

İlâhi vahye dayalı dinleri mecrasından çıkaran şey, büyük oranda dinin dünya çıkarı için kullanılması olmuştur. Dinde yapılan tahrifat ve saptırmaların sebebi de bundan başkası değildir. İktidar ve güç sahiplerinin dini temsil ettiğini iddia eden sınıflarla kurdukları çıkar ilişkisi veya devletin dini tekeline alması gerçek din için en büyük tehlike olmuş ve bu süreç dinin safiyetini kaybederek bozulmasıyla sonuçlanmıştır.     

   Din - dünya işinin ayrımı saltanat yönetiminden sonra ortaya çıkarılmış olan en kötü bir bidat ve sapmadır. Her ne kadar laisizmin Avrupa’da oluştuğu söylense de aslında bütün krallık ve sultanlık yönetimleri özlerinde adı konmamış bir laiklik barındırırlar.

   Laiklik, insanın Allah’tan müstağni olduğunun ilanıdır. Hatta bir tür ilâhlık iddiasıdır da denilebilir. Bu sistem Allah’ı ve O’nun otoritesinin tesisi demek olan vahyi dışlamayı esas alır. Bu yaklaşım, sonuç itibariyle şöyle bir anlam taşır: “Her ne kadar bizi Allah yarattı ise de biz dünya işlerimizi O’ndan daha iyi biliriz.” Haliyle bu tür bir tavır ve yaklaşım aynen Firavunların tanrılık iddiasında bulunması, belki ondan da daha batıl ve beter bir şeydir.

   İlâhi vahiyden uzaklaştırılmış her inanç,  batıl ve zalim yönetimlerin payandası olmuştur. Bunun en büyük tanığı ise Hıristiyanlıktır.  Kilise temsilcilerinin temel görevi zalim sultaların yapmakta oldukları zulümleri hoş göstermek ya da bunun ilâhi bir kader olduğunu, halkın sabretmekten başka bir çarelerinin olmadığını telkin etmektir. Bunlar daima “sağ yanağına şamar atana sol yanağını da çevir” kandırmacasını erdemlilik namıyla yaşatma derdindedirler. Asli hüviyetinden koparılmış din, halkı uyuşturmaktan başka bir iş görmez. Ve hemen eklemek lazım ki, dine karşı ortaya çıkmış hemen bütün düşmanlık ve nefretlerin sebebi bu tavır olmuştur.

 Rivayet o ki, Firavunlar pek de zeki insanlar değillerdi. Kur’an Firavun’un rububiyet iddiasında bulunduğunu bildirir. Kur’an’da Firavun ve Karun ile beraber ismi geçen biri daha vardır: Haman. Haman’ın Firavun’un baş veziri ya da Amon kültünün rahibi olduğu tahmin ediliyor. Yani yönetimi temsil eden Firavun, mali olarak zengin olan Karun’a, memleket idaresini evirip çevirmede ise Haman’a dayanıyordu. Aciz bir insan olan Firavun’un ilâhlık iddiasını ayakta tutan en büyük dayanak ve destekçi şüphesiz Haman’dı. O, resmi dinin en büyük temsilcisi durumundaydı.

   Haman’ın mevcut yönetimi ve temsilcisini koruduğunu anlatan bir hikayesi vardır. Aslında bu hikaye, sistemi ayakta tutabilmek için dini kullanan her yönetim için geçerlidir. İşte o hikaye:

    “Günlerden birinde Firavun’un sarayına bir bayan geldi. Haman hemen kadıncağızı karşıladı ve meramının ne olduğunu sordu.

Kadın: Çok sevdiğim bu oğlağım öldü. Firavun onu tekrar diriltsin diye getirdim.

Zira Firavun, zavallı halka kendisinin tanrı olduğunu ve her şeyi yapabildiğini söylüyordu.

  Haman  sarayın çiftliğinden hemen bir oğlak alıp kadına verdi ve: “Sen şunu al ve evine gidip işine bak . Çünkü Firavun hazretleri bugün develeri yaratmakla meşguller”.

   Akşam mesai bitiminde Haman evine gitmek için Firavun’un katına çıkar. Günün faaliyet raporunu sunarken o kadının olayını da anlatır. Firavun bir an tedirgin olur. Tanrılık iddiasını zedeleyebilecek böyle bir hal belki ilk defa vaki olmuştu. Onun bu tedirginliğini gören Haman, hemen söze girer ve onu teskin edecek bir şeyler söyler: “Rahat olun efendim. Bir sorunu hallettim. Kadına ölmüş oğlağına bedel bir oğlak verdim. Firavun hazretlerinin develeri yaratmakla meşgul olduğunu, bu sebepten kendisiyle ilgilenemeyeceğini ona söyleyip evine gönderdim.

  Firavun bunun üzerine biraz rahatlar. Sonra derin bir nefes çekip “Ey Haman, ahhh, deve yaratmanın beni ne kadar yorduğunu bir bilsen!”

İşte bu esnada Haman tarihe mal olmuş o sözünü söyler:

“Ey Firavun bize de mi bu ayaklar..?”

Evet, bir din ve inanç için en büyük tehlike dünya saltanat ve menfaatine alet olmasıdır. Yazımızı Kur’an’ın bu konudaki uyarılarından biriyle noktalayalım: “Ayetlerimi az bir menfaat karşılığında satmayın. Kim Allah’ın indirdiği ahkâm ile hükmetmezse işte onlar tam kâfirdirler." (Maide,44)