Tarihin kaydettiği çok ünlü savaşçılar vardır. Kur’an, Davut(as) ve Calut’un savaşından ve Davud’un onu öldürmesinden söz eder. Cenk ve Cihat’ta en önemli gücün askeri maddi güç değil; iman, cesaret ve sabır gücü olduğunu bildirir.
“Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 150)
İslam tarihindeki savaşçı komutanlar ile batı dünyasındaki meşhur savaşçıları ayırt eden temel nokta, kahramanlıktır. Bir savaşçıyı kahraman kılan, onun savaş esnasında hem cesur hem de adil olmasıdır. Kendi dünyevi çıkarları için kılıç sallayanlar kahraman olamazlar. Onlarca, belki yüzlerce örneği olan bu konunun sadece tek bir örneğini vermekle yetinelim. Hz. Üstad (ra) o meşhur Hz. Ali(ra) olayını kısaca şöyle anlatır: “Bir vakit, İmam-ı Ali Radıyallahü Anh bir kâfiri yere atmış. Kılıcını çekip keseceği zaman o kâfir ona tükürmüş. O, kâfiri bırakmış, kesmemiş. O kâfir ona demiş ki: 'Neden beni kesmedin?' "Dedi: Seni Allah için kesecektim. Fakat bana tükürdün; hiddete geldim. Nefsimin hissesi karıştığı için ihlâsım zedelendi. Onun için seni kesmedim." O kâfir ona dedi: 'Maksadım beni çabuk kesmen için seni hiddete getirmekti. Madem dininiz bu derece safi ve halistir; o din haktır.' dedi." (Mektubat, Yirmi İkinci Mektup.)
Hz. Pir’in ifadesiyle Kur’an’ın emrettiği savaş, delinin elindeki kılıcı alıp onun başkalarına zarar vermesine engel olmaktır.
Batı felsefesinde savaş, güçlü olmanın göstergesidir ve güçlüler ile zayıflar arasındaki mücadelede yenilen taraf yok olmayı hak etmiştir. Yaşama hakkına sahip olmanın tek yolu güçlü olmaktır. Gene batı medeniyeti merhamet ve adaleti bir zaaf olarak görür. Batı felsefesinde insan insanın kardeşi değil, kurdudur.
Şimdi batı kültürünün yetiştirdiği o meşhur savaşçı Napolyon’un hayatından bir kesit vererek Hz. Ali, Halit Bin Velid, Selahaddin-i Eyyubi ve daha nice asker kahramanlarımızla aralarındaki kıyas kabul etmez farka bakalım:
Napolyon, Rus topraklarına girdiği esnada gözü tarlasında çalışan bir ihtiyara ilişir. Kazmasıyla, baltasıyla tarlada çalışıp duran ihtiyar adamın kendi ordusuna başını kaldırıp bakmaması Napolyon’un dikkatini çeker:
“Avrupa’nın kızları sabah uykularını bozup ordumu görmek için dışarı koşarken bu ihtiyar nasıl olur da beni ve ordumu göremez?” der. Orduya dur komutunu verir ve askerlerine, “Şu ihtiyarı alıp getirin” emrini verir.
Askerler ihtiyarı derdest edip getirirler. Napolyon, elindeki küçük baltasıyla beli bükülmüş halde karşısında duran ihtiyara sorar:
“Neden çalışmana ara verip ordumu seyretmedin?”
İhtiyar köylü: “Bana ne senin ordundan. Toprağım için çalışmak benim için öncelikli olan iştir” diye karşılık verir.
Napolyon: “Benim kim olduğumu bilmiyor musun”?
İhtiyar köylü: “Senin kim olduğunu bilmem beni ilgilendirmiyor.”
Napolyon: “Beni tanıman nasıl ilgilendirmez seni? Ben yakında ülkeni işgal edecek olan Napolyon’um.” diye kükrer.
İhtiyar köylü: “Sen, hakir bir işgalcisin ve benim ülkemi alamayacak kadar da küçüksün” der.
Napolyon: “Adımı kendinle taşıman ve hiç unutmaman gerek” dedikten sora askerlerine şöyle emreder:
“Kalem şeklindeki bir demir parçasını ateşte kızdırın ve onunla adımı avucuna kazıyın ki, onu ne unutsun ne de silebilsin.”
Askerler emredileni derhal yerine getirirler. İhtiyarın canı çok acır ama o, bu işgalcinin adını hayat boyunca taşımanın daha çok acı vereceğinin bilincindedir. Ve hemen elindeki baltayla o eli keser ve onu Napolyon’un yüzüne fırlatıp şöyle der:
“Al ismini! Ben senin gibi aşağılık bir işgalcinin adını taşımaktan utanç duyarım”.
Napolyon bu manzara karşısında etrafındakilere bakar ve tarihe mal olmuş o meşhur sözünü söyler:
“İşte şu andan itibaren hezimet başlamıştır.”