İçinde hayat sürdüğümüz şu âlem bir yasalar bütünüdür diyebiliriz. İlâhi maksadı, rahmet ve adaleti sağlayan bu kevni ayetler, yüce yaratıcının her konuda tek hüküm sahibi olduğunun da belgeleridir. Evet, her olayın, doğuş ve bitişin, değişimin bağlı olduğu bir yasası vardır. Bu ilâhi yasalar, ayetler varlıktaki düzeni, dengeyi ve maksadı korumak içindir elbette.
Çoğu zaman biz insanlar bu kapsayıcı yasaların işlemesindeki hikmet ve maslahatların farkında olamamaktan dolayı onlara ayak uydurmadaki ihmalkarlığımız neticesinde zarar görür ve peşinden hemen şikayet etmeye başlarız. Karşımıza çıkan olumsuzlukların da bir fırsat olduğunu çoğumuz anlayamayız. Aceleci ve bencil yapımız galebe çalar ve bizi isyana sürükler. Sanki her şey istediğimiz gibi olsun deriz. Özellikle inancı zayıf ya da inanmayan kimseler sanki bu koca evrende bir tek kendileri yaşıyormuş gibidirler. Her şeyin kendi arzuları istikametinde gerçekleşmesi gerektiğini arzular bir tavır sergilerler.
İnsanoğlunun özellikle bu son asırlarda doğaya ve çevreye müdahalesinin arka planında da evrene kendi istedikleri gibi hükmetme anlayışı yatar. Bu arzu, insanoğlunun cahilliğinin ve bencilliğinin eseridir ve tabiata yapılan bu yanlış müdahaleler çok daha büyük ve onarılması güç sonuçlar doğuruyor.
İslam teslimiyettir. Yani ilâhi iradenin yasalarına uymaktır. Âlem ve onu yaradan güç ile uyumlu yaşama çabasıdır. Küfür ve şirk ise, bir düzenin, maksadın ve görevin olmadığı, insanın arzusu istikametinde yaşaması gerektiğini vehmetmektir. Bu ilâhi kuşatıcı rahmet ve adalet yasalarını anlamayan küfür mantığına sahip birisi karşılaştığı bazı olaylar sebebiyle isyana sürüklenir, evrende hakim bir gücün olmadığına inanır. Yüce bir yaratıcı olsaydı bu acılar yaşanmazdı diye çürük ve esassız bir gerekçeye sarılır. Bu mantığa göre yaratıcı bir güç olsaydı eğer, evreni ve olayları kendi arzuladıkları gibi yaratırdı. Bu, tıpkı bir tohumun toprağa atılmayı reddetmesi mantığıdır. Toprağa atılmayan tohum ambarda kalacak ya çürüyecek ya da farelerin yemi olacaktır. Toprağa karışıp başına yağan kar ve kışa sabreden tohum ise bahara ulaşıp neşv-ü nema bulacaktır.
Bu âlemin değişim esaslı bir süreç olduğunu ve bu süreçte hoşumuza gitmeyen bir olayın bizim için çok hayırlar barındırdığını anlamak zorundayız. Hasılı zorluk ve kolaylık iç içe, yan yanadırlar. İlahi mesaj bu hakikati şöyle ifade eder: “ Evet, doğrusu her güçlüğün yanında bir kolaylık var.” (İnşirah, 6)
Aksi halde ambarda durmak isteyen tohumun akıbetine uğrarız. Hz. Pir zorluklarla mücadelenin insanı ulaştıracağı sonucu şöyle bir temsil ile anlatır: “İnsan yazın kışı ister, fakat kış geldi mi bundan da vazgeçer, istemez. ... Tencere kaynamaya başlayınca nohut, tencerenin üstüne fırlamaya, dışarı çıkmaya başlar. Aşçı kepçeyi başına vurur ve biraz daha kal, iyice piş de tadın güzel olsun der.” (Mesnevi)
Yazımızı hoşa gitmeyen şeylerin içinde ne hayırlar olduğunu anlatan bir kıssa ile bitirelim:
Bir gün okyanusta yol alan bir gemi kaza geçirerek battı. Gemiden sağ kurtulan adamı, dalgalar küçük, ıssız bir adaya kadar sürükledi. Adam ilk günler kendisini kurtarması için Allah'a yakardı ve yardım bulurum umuduyla ufka baktı. Ama ne gelen oldu, ne giden…
Daha sonra ağaç dallarından ve yapraklardan kendine bir kulübe yaptı. Balık avlıyor, pişirip yiyor ve ufku gözlüyor, kendisini kurtarması için Allah'a dua ediyordu. Bir gün tatlı su getirmek için yürüyüşe çıkmıştı, geri döndüğünde kulübesinin alevler içinde yandığını gördü. Başına gelebilecek en kötü şeydi bu. Keder ve öfke içinde donakaldı. Şimdi bu ıssız adada, başını sokabileceği bir kulübe bile kalmamıştı.
Çok geçmeden adaya yaklaşmakta olan bir geminin olduğunu gördü. Hemen sahile koştu. Gemi yanaştı ve adam hemen gemiye çıktı. Bitkin adam kendisini kurtaranlara sordu; "Benim burada olduğumu nasıl anladınız?"
Cevap onu hem şaşırttı, hem de utandırdı: "Dumanla verdiğiniz işareti gördük!"
“Sevmediğiniz bir şey sizin için iyi ve sevdiğiniz bir şey de sizin için kötü olabilir. Siz bilmeseniz de ALLAH bilir”. (Bakara,216)