Asır suresi Kur’an’ın en kısa surelerinden biridir. Sure kısa olunca, anlam da çok daha derin ve etkileyici oluyor. Uzun sureler daha çok insan hayatının detaylarıyla ilgili hükümler üzerinde yoğunlaşırken, kısa sureler Kur’an’ın ana temel esaslarını özlü ve icazlı bir şekilde sunuyorlar. İhlas ve asır suresi bu özellikleriyle öne çıkmış iki önemli suredir. Fatiha-i Şerife de aynen öyledir. Yedi ayetten oluşan bu mübarek sure “Ummu’l Kitap (Kitabın anası, temeli)diye adlandırılmıştır. Hz. İmam Şafii (ra)’nin asır suresiyle ilgili şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Şayet Kur'an'dan başka bir şey nâzil olmasaydı şu pek kısa sûre bile insanlara yeterdi. Bu sûre Kur'an'ın bütün ilimlerini kucaklıyor.”
Asır suresi kasemle başlar. Kur’an-ı Kerim’deki bütün kasemler bir açıdan kendisiyle kasem edilmiş şeyin önemini vurgulamak, ona dikkat çekmek içindir.
1- Asra yemin olsun ki,
2- İnsan mutlaka ziyandadır.
3- Ancak iman edenler, salih amel (iyi işler) işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye eden ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır.
Surenin kendisiyle başladığı kasem, insanlık için en önemli bir uyarı ve tembihi içeriyor. İnsanın sahip olduğu paha biçilmez sermayesi olan ömre ve zamana dikkat çekiliyor ve insanların bu konuda yeterli duyarlığı gösteremediği belirtiliyor. Şayet şu fani âlemde insan kendisine tanınmış yegane fırsatın kıymetini bilemedi ve onu değerlendiremediyse başka işlerde başarılı olmasının hiçbir kıymeti yoktur. Unutmamak gerekir ki ömrümüz sayılı günlerden ibarettir ve her an son bulacak bir özelliğe sahiptir. Yani insanın elinde şu kadar yaşayacaksın diye bir garanti belgesi yoktur.
Bizlere bir emanet olarak sunulmuş bu paha biçilmez ömrün her an zevale yüz tutacağını, elimizden uçup gideceğini hiç ama hiç unutmamak, her an onu kaybedebilirizin hesabıyla her anımızı değerlendirmenin gayretinde olmak gerekir. Çok uzun sürecek diye zannettiğimiz bu hayatın pek çabuk biteceğini de akıldan çıkarmamak gerekir. Şair öyle demiş: “İş bu emri bedihi görünen gün gibidir / Ömür bin yıl dahi olsa sanki bir gün gibidir”.
Tek sermayemiz olan ömrümüzün ikinci önemli bir özelliği ise giden, elden çıkan kısmının bir daha geri döndürülememesidir. Elden çıkan saatleri geri döndürmeye hiç kimsenin gücü yetmez. Ve bu konuda yapılan her ihmalin, yarın çok ağır bir pişmanlık olarak ruhumuzu sarsacağı gerçeğini idrak etmemiz gerekir. Ünlü düşünür ve yazar Dostoyevski şöyle der: “Yeniden dünyaya gelecek olsaydım, saniyelerin nabzını tutardım”. Denmiş ki ölen hiçbir kimse öldüğüne yanmaz, ancak hazırlıksız olarak öbür âleme gittiğine yanar. Ömrünü boşa geçirerek ahirete göçmüş kimselerin hasret ve pişmanlıkları sanki çok şiddetli bir ateş gibi onları yakar. Bu anlamda ehli tasavvuftan bazıları “Öte âlemde ateş yok; her kes ateşini buradan götürür” demişlerdir.
İnsana sunulmuş ömür ve zaman, uhrevi, ebedi saadeti elde edebilmenin ana sermayesidir. İnsan bu değerli sermaye ile cenneti satın alabiliyor. “Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır.” (Tevbe,111)
Senin şu uykudan, şu yiyip içmeden başka bir gıdan daha var. “Rabbime konuk olurum, o beni doyurur, suvarır” denmiştir ya. Bu dünyada o gıdayı unutmuşsun da şu gıdaya dalıp gitmişsin; gece-gündüz bedeni beslemedesin. Sonucu şu beden, atındır senin, bu dünya da o atın ahırı. Atın gıdası, ata binene gıda olamaz; onun da kendisine göre gizli bir uykusu, gizli bir gıdası, gizli bir beslenmesi var.
“Dünyada unutulmaması gereken bir şey var. Her şeyi unutsan da O’nu unutmasan korku yok. Fakat her şeyi yerine getirsen, hatırlasan, unutmasan da O’nu unutsan hiçbir şey yapmamış olursun. Hani bir padişah seni belli bir iş için bir köye yollasa, sen de gitsen de o işten başka yüzlerce iş başarsan, hangi iş için gittiysen onu yapmadın, başarmadın ya, hiçbir iş başarmamış sayılırsın. Şu halde insan dünyaya bir tek iş için gelmiştir, maksat odur. Onu başarmadı mı, hiçbir iş başarmamış demektir. “Gerçekten de biz, arz ettik emâneti göklere ve yeryüzüne ve dağlara. Derken onlar, onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular ve onu yükledik insana; şüphe yok ki çok zalim oldu, çok bilgisiz bir hale geldi o.”