İslam, kelimenin tam anlamıyla davet dinidir. Allah’ın kulları olan insanları hakka, adalete merhamete ve kardeşçe beraber yaşamaya davet.. Bütün peygamberlerin ana maksadı ve hedefi, her hayrın kaynağı olan Allah’ın dini İslam’a davettir. Güneş için aydınlatma özelliği ne ise, Allah’ın dinine davet de odur. Eldeki iman feneriyle karanlık sokakları, caddeleri aydınlatan bir meşaledir müminin daveti.
Hayra davet, özünde “kendisi için istediğini başkaları için de istemek” erdeminin pratiğidir. Mümin sadece kendisini düşünen bencil biri olamaz. O, başkalarını nefsine tercih eden nurani, fedakar bir kalbin sahibidir.
Bugün insanlar manen ve ruhen hasta durumdadırlar. Ruh işlevini göremeyince eldeki, avuçtaki maddi imkanların çokluğu saadet getirmiyor. Müslüman; ruhunu kaybetmiş, yaşamaktan bir haz alamayan zavallılara elini uzatan ve bu uğurda rahatını bozan, gerektiğinde hayatını bile vermekten çekinmeyen kahramandır. İnsanın sadece kendini düşünmesi utanılacak bir şeydir. İnsanların çoğunun küfür, şirk, isyan ve nifak içinde olmalarına seyirci kalmak iman ile bağdaşmaz elbette.
Hasılı Allah’ın dinine davet insanlığa en büyük hizmettir. Davet, “başkalarının kurtuluşu için hayatını adamaktır. Huzurlu bir birey, ahenkli bir aile ve uyumlu bir toplum oluşturma projesini ortaya koymak için bütün imkanları seferber etmektir.
Allah’ın dinine davet; insanın fıtratıyla çelişen, insanları birbirlerine düşürüp kan akıtmaya sebep olan sebeplerin ortadan kaldırılması için ortaya konan cehd ve gayretlerin hepsidir.
Şimdi birisi şöyle diyebilir: “Peki madem İslam ve Kur’an böyle istiyorsa, Kur’an’ın farz kıldığı savaş ve cihad da neyin nesi oluyor? Bu soruya Hz. Pir’in verdiği kısa bir cevapla karşılık verelim: “Delinin elindeki kılıcı alsınlar diye Müslümanlara savaş farz kılınmıştır”. Yeryüzünü fitne ve fesatla dolduran, çıkarları için dünyayı ateşe vermekten çekinmeyenlere seyirci kalmak hangi vicdana sığar.
Şimdi biz Müslümanların bugün neye ve nasıl davet edeceğimizi çok iyi bilmemiz gerek. Davet olunacak olan Allah’ın dinidir. Davet, sabırla sürdürülecek olan kalplere dokunma, gönülleri ilâhi ilaçlarla tedavi etme sürecidir. Bu sürecin sabırla ve hikmetle sürdürülmesi gereken, son derece dikkat isteyen hassas bir süreç olduğunu unutmayalım. Ödevimizin çaba ve gayret etmek, hidayetin ise Allah’tan olduğuna yakinen iman etmek de bu sürecin temel hareket yasasıdır.
Şimdiki davetçi Müslümanın çağımızı tanıması kaçınılmazdır. Orta çağ döneminde değiliz artık. Orta çağda Avrupalı bir Hıristiyan, bırakın Müslüman olmayı uyduğu mezhebi bile değiştiremezdi. Böyle bir işe kalkışmak çok tehlikeliydi. Şimdi ise inanç özgürlüğü var. Avrupa, Afrika ve Amerika’daki azınlık Müslümanlar hem dinlerini yaşayabiliyor hem de oradaki insanlara İslam’ı anlatabiliyorlar. Ve bin maşallah ki dün karınlarını doyurmak için gittikleri memleketlerde Allah’ın dinini yayabilmeyi de öğrendiler. İmkanlarına göre başarılı da sayılırlar. Kendilerini İslami davete adayan bu kardeşlerimizin yüzlerce harika hikayeleri var. Biz onlardan birini aktarmakla yetinelim.
İslam davetçilerinden biri anlatıyor: İtalya’nın kırsal alanlarındaydık. Arabamız arızalandı. Biz onu tamire çalışırken bir papazın arabası yanımızda durdu. Bizi tanımak gayesiyle şöyle bir süzdüler ve Müslüman olduğumuzu anladılar. Yardım talebimizi kabul etmedikleri gibi bir de Papaz efendi, “Dua edin Muhammed gelip sizi kurtarsın” deyip alay da etti. Biz karşılık vermedik tabi.
Arabamızı tamir ettik ve yolumuza devam ettik. Çok ilerlemeden Papaz ve arkadaşlarının bindiği arabanın da arıza yaptığını gördük. Durduk, inip selam verdik ve arızaya müdahale ettik. Cenab-ı Hakkın yardımıyla arıza giderildi. Baktım ki papaz efendi sıkılıyor ve soğuk terler akıtıyor. Yanına yaklaştım ve ona: “Bu size yaptığımız dinimizin bize emrettiği bir şeydir, başka değil” deyip ayrıldık.
Birkaç gün sonra Papaz ve beraberindekilerin Müslüman olduklarını duyduk. Oysa biz onlara ne İslam ne de Kur’an’dan bir şey de anlatmış değildik.
Bu güzel hikaye üzerine söylenecek çok şey var elbette. Kısaca şunu hatırlatarak yazımı noktalayayım.
Karşılıksız olarak, başa kakmayarak, sadece emrolunduğu için hayır yaparsak, hayırlı sonucunu hemen görürüz. İnsanları sözümüzle değil, davranışlarımızla İslam’a davet edelim. Hasta kimseye öğüt vermeye bedel, yarasına merhem olacak tedavi ve hizmeti sunmak gerek.
Ashabıyla birlikte sefere çıkan Allah Resûlü (s.a.s), Hayber’in önüne geldiğinde İslam sancağını Hz. Ali’ye verdi ve ona şöyle dedi: “Onların bulunduğu bölgeye varıncaya kadar sükûnetle yürü! Sonra onları İslâm’a davet et ve Allah’a karşı sorumluluklarını onlara haber ver! Vallahi senin vasıtanla Allah’ın bir kişiyi hidayete erdirmesi, en değerli kızıl develere sahip olmandan daha hayırlıdır.” (Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 34.)