İbadet ruh ve kalbin gıdasıdır. Bedenin ihtiyacı olan maddi beslenme için gerekli olan kurallar manevi gıda olan ibadet için de geçerlidir. Gerek maddi gerekse manevi beslenmede temel esas dengeli beslenme ve bunun sürekli olmasıdır. Bir yıllık gıda ihtiyacımızı biriktirelim diye oturup yemek ve içmeğe çalışmak hem imkansız hem de yanlış ve tehlikelidir. Hem dini vecibeleri eda ederken hem de dini, ahlâki eğitimi verirken bu tür aşırılıklardan kaçınmak gerekir. Konuyu esprili bir şekilde anlatan meşhur fıkrayı duymuşsunuzdur: ‘Kamil Efendi at bakıcısıdır. Bir cuma günü, camiye gelir. Bakar ki camide hiç kimse yok! Vaaza hazırlanan hoca, cemaat olmadığını görünce, Kamil Efendi’ye sorar:

– Senden başka kimse yok. Ne dersin; Vaaz edeyim mi, yoksa etmeyeyim mi? Kamil Efendi;

– Ben seyisim, bu işlerden anlamam. Benim yirmi atım var. Hepsi kaçıp gitse biri kalsa, onu ihmal etmem, yine bakarım, der.

Bunun üzerine hoca, uzun uzun vaaz eder. Namaz sonrası Kamil Efendi’ye sorar:

– Nasıl, vaazımı beğendin mi? Kamil Efendi şöyle der:

 

– Ben seyisim, vaazdan anlamam. Ancak ben yirmi atın suyunu ve yemini tek bir ata verip onu çatlatmam.’

   Fıkrada anlatıldığı gibi aşırılık doğru değildir ve bazı sakıncalı sonuçlar doğurması da kaçınılmazdır. Maddi, bedeni ihtiyaçları hor gören, daima ibadet halinde olmayı öngören rahiplik yasaklandığı gibi, belli bazı zamanlarda ibadete yoğunlaşıp diğer zamanlarda onu terk etmek de doğru değildir.  ‘İşlerin en hayırlısı az da olsa devamlı olanıdır’ nebevi düsturu esas alınmalıdır. Bedenimizdeki hayatın devam ettiğinin işareti olan kalp atışlarımız kimi zaman bir miktar artış gösterse de akabinde normal seyrinde devam eder. Aksi bir durumda sağlık sorunları yaşanır, hayati tehlike söz konusu olur. Bunun gibi Ramazan sonrası manevi hayatımızın da, olması gereken vasat seviyede seyretmesi doğru olandır.

   Ramazan çıkınca nefsin oburlaşıp azgınlaşmasına, mahal vermemek, ramazanın gidişine sevinir bir ruh halinden sakınmak lazımdır. Bayramı ağır bir yükten kurtulmuş olmanın değil, Allah’ın emrini yerine getirmiş olmanın sevinci ve neşesiyle kutlamak gerekir. Nasreddin Hoca fıkrasında anlatılan duruma düşmemek gerekir:

 Hocaya sormuşlar:

-Hocam Ramazan bitti gidiyor Acaba bizden memnun kaldı mı ki?

-Kalmıştır elbet memnun kalmasa her sene 10 gün erkenden gelir mi?

-Ama Hocam böyle bereket dolu bir ayın bitmesinden dolayı biz de çok üzülüyoruz.

-Bilmez miyim Ramazan bitti diye üzüntünüzden üç gün Bayram yapıyorsunuz.

   Ramazan dünya ve ahiretimiz için çok önemli olan manevi ve ahlâki seviyelere bizi ulaştıran ilâhi bir mürşittir. Ramazanda elde edilen bu kazanımları korumaya çalışmak gerekir. Nafile oruçlara ve namazlara devam ederek her ayı Ramazan tadında geçirmeye gayret etmek lazım. İbadetlerin dış şekilleri nefse zor gelir. Ancak ibadetlere devam edildiğinde Allah Teâla kuluna o ibadetlerin manevi zevkini tattırır. Bu manevi zevki yaşayan kişiyi hiçbir şey ibadetten alıkoyamaz artık.

   Yazımızı Hz Mevlana’nın diğer aylarda da oruca devam edilmesi gerektiği konusunda söyledikleriyle noktalayalım: ‘Oruca devam et, çünkü o, Süleyman'ın mührüdür. Mührü şeytanın eline verip mülkünü yıkma.'

Hikaye uzundur. Sen de bunu biliyorsun. Balığın çırpınmaları susuzluktandır.'

“Öyle bir abdest al ki, o abdest hiç bozulmasın.

Öyle bir namaz kıl ki hiç bitmesin”. Hz Pir’in bu veciz ve anlamlı sözüne biz de şöyle bir ekleme yaparak yazımızı noktalayalım: “Öyle bir Ramazan yaşa ki, Şevvali ve zevali hiç olmasın”