Ramazan çok etkin bir okuldur. İnsanın en zayıf olduğu noktadan eğitilmesinden işe başlar. Yeme içme konusunda sabretmeyi ve nefsine hakim olmayı öğrenen insan diğer konularda çok daha rahatça kontrolü sağlayabilir. Hz. Pir, oruçla nefsini terbiye etmeyip iştah ve arzularına yenik düşenlerin, helal haram hesabı yapmadan tıka basa yiyenlerin uğradıkları akıbeti bir temsili kıssa ile anlatır:
“Belki işitmişsindir; Hindistan’da bir ârif, dostlarından beş-on kişinin, uzun bir yolculuktan aç vaziyette geldiğini gördü ve onları şöyle ikaz etti: “Muhakkak ki çok açsınız. Fakat ne olursa olsun dostlar; Allah aşkına sakın fil yavrusu yemeyiniz. Şimdi gideceğiniz bu tarafta bir fil yavrusu vardır. Benim öğüdümü candan, gönülden dinleyin de sakın o fil yavrusuna dokunmayın. Çünkü anaları pusuya yatmış, onları gözetlemektedir.
Öğüt veren kişi bunları söyledikten sonra gitti.
Yolcular o uzun yolda çok acıktılar. Ansızın; yolda yeni doğmuş, semiz bir fil yavrusu gördüler. O fil yavrusunun üstüne azgın kurtlar gibi üşüştüler. Onu kestiler, pişirdiler ve yediler.
Yol arkadaşlarından birisi, fil yavrusunun etinden yemedi. Arkadaşlarına da yememeleri için öğüt verdi. Çünkü, yolda kendilerine öğüt veren kişinin sözleri onun hatırında idi.
Fil yavrusunu yiyenlerin hepsi uzanıp yattılar, uykuya daldılar. O aç adam ise, sürüyü bekleyen çoban gibi uyanıktı. Birazdan, birdenbire korkunç bir filin geldiğini gördü. Fil, önce o uyumayan bekçiye doğru koştu. Onun ağzını üç defa kokladı; ağzından filin yavrusunun kokusu gelmiyordu. Birkaç kere etrafında döndü, dolaştı sonra gitti. Onu incitmedi. Sonra, uyuyanların ağızlarını kokladı. Onların ağızlarından yavrusunun kokusu geliyordu. Fil de hemen onları paraladı, öldürdü.”
Celaleddin-i Rumi, anlattığı bu hikâyeyi şöyle açıklar:
“Ağzındaki haram lokma kokusu, hileciyi rezil eder.”
“Bizim ağzımızdaki iyi kokular da kötü kokular da göklere yükselmektedir.”
Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyurulur:
“…O’na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da Allah’a amel-i sâlih ulaştırır…” (Fâtır, 10)
“Ey gafil! Sen uyuyorsun; fakat yediğin veya işlediğin bir haramın kokusu, şu gökyüzüne yükselir durur. Senin çirkin, kötü nefeslerinle birlikte o haram kokusu göklere yükselir. Gökyüzünde o kokuları kontrol etmekle vazifelendirilmiş olan meleklere kadar gider.
Kibir kokusu, hırs kokusu, tama’ kokusu, şehvet kokusu, söz söylerken soğan kokusu gibi duyulur. Ağzı kokan kişi; «Ben, ne zaman soğan yemişim? Ben soğandan da sarımsaktan da titizlikle sakınırım.» diye yemin bile etse; o yemin ederken pis kokan nefesi, onun ayıbını meydana çıkarır ve yanında oturanların burunlarına vurur. Sonunda, o kötü kokular yüzünden, ettiği dualar reddedilir ve gönlün yanlış adım attığını dili ortaya koyar.
Ey gafil insan! Fil yavrusunu yiyen kişiler gibi sen de Allah’ın kullarının etlerini yiyor, yani onları çekiştiriyorsun. Onların bulunmadıkları yerlerde hoşlanmayacakları vasıflarını söylüyor, günaha giriyorsun.
Ey insanlar! Aklınızı başınıza alın; sizin ağzınızı koklayan Allah’tır. Temiz olandan, doğru olandan başka, o muayeneden kim canını kurtarabilir?
Yazıklar olsun o kişiye ki, mezarda onun ağzını koklayacak olan ya Münker’dir veya Nekir!” (Mesnevî, III/69–158).
Denilmiş ki: Çok yemekte altı kötülük var:
1-Alah korkusunu kalpten çıkarır.
2-İnsanlara acıma duygusunu zayıflatır. Çünkü tok bir insan herkesi kendisi gibi tok zanneder.
3-Tok insana ibadet ağır bir iş olarak görünür.
4-Tok insanın kalbine vaaz ve öğüt tesir etmez.
5-Tok insanın verdiği öğüt etki etmez.
6-Tokluk değişik hastalıkların baş sebebidir. Bütün hastalıklar ağızdan içeri girer. İnsan kendi mezarını kendi dişleriyle kazar.