Şu âlem ve içindeki olup biten her olay ilâhi hikmetlerle doludur. Biz insanlar sınırlı görüş ve kavrayış yeteneğimizle bu hikmetlerden çok azını anlayabilir ama diğer çoğunu anlayamayız. Dış görünüşü muhteşem ve kusursuz olan bu âlemi yüce kitabımız “ayet” olarak adlandırır. Görüntüsü gözler kamaştırıp akılları hayrette bırakan bu muhteşem âlemin anlamsız olması, bir maksat ve hedefinin olmaması hiç mümkün müdür?
Alemin ayet olması önemli bir husustur. Âyet, yol gösteren, mesaj sunan, belgeler, işaretler demektir. Varlık dünyasında zerreden kürreye kadar her şey o büyük mesajın bir sayfası, paragrafı, cümlesi ve kelimesidir. Ve bütün bu tabii mesajlar, bu evrene tek bir gücün hükmettiği hakikatini bildirir ilan eder. İnsan bu devasa kitabı temaşa edip okusun ve onun yaratıcısını bulsun diye akıl sahibi kılınmıştır. Bu itibarla akıl insana verilmiş en büyük nimettir. İnsan şayet âlem kitabını doğru okursa onun yaratıcısı olan Allah’ı bilir ve kendisinin O’nun kulu olduğu gerçeğini de anlar. Ancak okuma zahmetine katlanmaz veya yanlış okursa, çok derin çelişkilere düşer, ak ile karayı ayırt edemez durumlar yaşar. Bu hale düşen bir insan ne yaşadığı hayatının ne de şu muhteşem âlemin değerini anlayamaz. İman bir ışık gibi her şeyin gerçek mahiyetini, kimliğini gösterir. Küfür ise bu güzelliklerin üstüne çekilen simsiyah, karanlık bir perdedir ki bütün güzelliklerin üstünü kapatır.
Şu veya bu sebeplerle insanın önüne çıkan acı ve musibetler dünya sınavımızın sorularıdır. Bunları iyi anlamak ve güzel cevaplar, tepkilerle karşılamak gerekir. İnsan kendisini yoran olaylara bakışını, onlar karşısındaki duruşunu bozmamalı. Bu olaylara karşı sabır ve dua ile durmanın en doğru yol olduğunu unutmamalıdır. Her musibet bizim için bir uyarıdır, tövbe etmemize, toparlanıp kendimize gelmemize vesiledir. Belalar, insana tedbir alması gerektiğini hatırlatan, bir daha aynı hataya düşmemesini öğreten muazzam derslerdir.
Musibetlerin vermek istediği çok önemli derslerin başında sabretmek ve yaratandan gelene rıza göstermek gelir. Bir âbidin, "Ya Rabbi, benden razı ol" diye dua ettiğini duyan “Rabiatü’l- Adeviyye”, "Kendin Allah’tan razı olmadığın halde, Allah’ın rızasını nasıl istersin?" buyurdu.
"Kul, Allah’tan nasıl razı olur?" diye sordular. "Allah’tan gelen nimet ve belayı aynı gördüğü vakit" buyurdu. Bela gelince de nimetteki gibi hâli değişmemişse, Rabbinden razı sayılır.
Hakikat ve marifet ehli de şöyle demişler:
Hoştur bana Sen’den gelen
Ya hil'at ü yahut kefen,
Ya taze gül yahut diken...
Kahrın da hoş, lütfun da hoş.
Gelse celâlinden cefa
Yahut cemalinden vefa,
İkisi de cana safa,
Kahrın da hoş, lütfun da hoş.
İlâhi kelam musibetlere nasıl bakmamız gerektiğini çok veciz ve anlamlı bir şekilde ifade eder:
“Hoşlanmadığınız bir şey, belki de sizin için hayırlıdır.” (Bakara,216)