Şu fani âlemde hepimiz misafir birer yolcuyuz. Kendimizi bu öz kimliğimizle, yani “misafir yolcu” olma kimliğiyle tanıyabildiysek hayatımızın anlam ve değeri arttıkça artar. Basit, fani şeyler uğruna en büyük sermayemiz olan ömrümüzü heba edip hüsrana uğrayanlardan olmayız. Hz. Üstad’ın ifadesiyle “İman insanı insan eder, belki de sultan eder”.
“Yolculuk meşakkattir” denmiştir. Yürürken ayaklarımıza batacak dikenler, karşımıza çıkacak engeller olacaktır elbette. Şu hayat yolculuğunda karşımıza konulan her engel, bizi güzergahtaki muhtemel tehlikelere karşı uyarmak, dayanıklı ve uyanık kılmak içindir ve dolayısıyla rahmettir. Öyle ise bu uyarıcılara kahredip durmak beyhudedir. Bilmeliyiz ki, çobanın sürüye taş atması, onlara kahırla seslenmesi sürünün kendi faydası içindir. Toprağa atılmış tohumun başına kar ve dolunun yağması ne ise, insanın başına gelen acı ve musibetler de odur.
Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacaktı? Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyor.
Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kaldı ama, kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Açtı.. Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde.. “Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir.” diyordu kral.
Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı. “Her engel ve zorluk, hayatımızı daha fazla iyileştirecek, bizi olgunlaştırıp kazançlı kılacak bir fırsattır…”
Ey musibetler, sıkıntılar çeken kardeşim!
Çektiğin acılardan, belini bükmüş ağır yükten şikayet edip sızlanmak sorunu çözmez; tam aksine var olan sorun ve sıkıntıyı daha da arttırır.
Hz. Pîr’in konu hakkındaki özlü sözlerine bakalım:
“İstediğin bir şey; “olursa bir hayır, olmazsa bin hayır ara”
“Zor diyorsun, zor olacak ki imtihan olsun.”
“Kapı açılır, sen yeter ki vurmayı bil! Ne zaman? Bilemem!
Yeter ki o kapıda durmayı bil!”
Diğer yandan hayatta karşılaşılan çoğu acı ve sıkıntıların sebebi, insanın kendi yanlış davranış ve tercihleridir. Böyle olmakla beraber insan yaşadığı olumsuzluklar konusunda suçlu olarak hep başkalarını görür, kendi yanlışlarını kabullenmek nefsine ağır gelir.
“Ay doğmuyorsa yüzüne, güneş vurmuyorsa pencerene, kabahati ne güneşte ne de ay da ara! Gözlerindeki perdeyi arala!”
Kur’an-ı Kerim, suçu nerede aramamız gerektiği konusunun altını önemle çizer, uyarıda bulunur. “Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir; kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.” (Şura,38)
Hz. Pir bu gerçeği şu temsil ile ifade eder:
“Dünya bir dağa benzer. İyi olsun, kötü olsun, ne söylersen onu duyarsın dağdan. Bir güzel söz söyledim, dağ çirkin cevap verdi sanırsan yanılırsın, buna imkan yok. Bülbül dağa karşı şakısın, çilesin de dağdan karga sesi gelsin; yahut insan seslensin de dağ eşek anırışıyla yankılansın; mümkün değil.
Şayet eşek anırışı duyuyorsan iyice bil ki anırmışsın.
Dilerim bu gök kubbe, daima hoş sesli kılsın seni”.
Yazımızı Hz. Pir’in o veciz sözüyle noktalayalım: “Yolcu yol üzerinde ev yapmaz, göç eden evde bir şey bırakmaz.”