İslam’ı inanç, düşünce, ahlâk, siyaset, idare ve hukuk bakımından hayata hâkim kılmak, Müslümanlar arasında muhabbet, birlik ve dayanışmayı tesis ederek İslam ülkelerini geri kalmışlıktan kurtarma idealine “İttihad-ı İslam” diyoruz.
Müslümanların dinlerini, vatanlarını, mallarını, hayatlarını, ırz ve namuslarını koruyabilmelerin, sorumlu oldukları İslam mesajını insanlığa ulaştırabilmelerinin tek yolu, kardeş olmaktan ve kendi aralarında birlik oluşturmaktan geçer. Birlik ve beraberlik güç ve bereket, ayrılık ise şer ve zillettir.
Bugün İslam birliği idealimizin önündeki en büyük engel cehalettir. İslam’ın sahih bir şekilde anlaşılmaması ve bunun neticesinde değişik türden ortaya çıkan illetler ümmeti dağınık kılmış ve geri bırakmıştır. İslam birliğini olumsuz etkileyen sebeplerin başında ırkçılık, mezhepçilik ve çıkar hesapları gelmektedir.
Dini konularda Müslümanlar arasındaki görüş ayrılıkları sınırlı bir alanda ve tahammül edilebilir bir seviyededir. Dolayısıyla bunlar için kavga etmek, cehaletten ve şeytanın oyununa gelmekten başka bir şey değildir. Geçmiş dönemlerde tartışılmış malum kelami ve fıkhi bazı meseleleri bugün tekrar gündeme taşımanın ne bize ne de dinimize verebileceği hiç bir faydası yoktur. İhtilaflı konular üzerinde tartışıp durmak, bununla da kalmayıp muhalif görüştekileri ötekileştirip dışlamak sadece İslam düşmanlarının işine yarar.
Dini yapı ve otoritelerin yapmaları gereken şey hedef birliğidir. Her şeyi ben bilirim, en iyisini ancak biz yapabiliriz felsefesi terk edilmelidir. Her cemaatin çalışma yaptığı farklı bir alanı ve bu alana has uyguladığı özel metotları olabilir, olmalıdır. Zira dünya değişti, şartlar farklılaştı. Dün bir kişinin, bir gurubun yapabildiği bir işi bugün yüzlerce insanın yapması gerekebiliyor. Yani çağımız uzmanlık çağı. Dün ayrıntı sayılan bir konu bugün başlı başına büyük bir alana dönüşmüş. Dolayısıyla güç birliği kaçınılmaz olmuş. Bu gerçeği anlamış devlet ve uluslar hızla birlikler oluşturma yolundalar.
Alanlar farklı olsun ama hedef aynı olsun. Hedef, Allah’ın rızasını kazanmak ve O’nun dinini hayata egemen kılmaktır. Diğer cemaat ve oluşumlarla ilişkilerde kardeşlik hukukuna riayet esas alınmalıdır. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin ifade ettiği gibi ‘Her kes meslek ve meşrebim haktır diyebilir ama hak ve doğru olan sadece benim meslek ve meşrebimdir demeye hakkı yoktur.’ ifadesi temel ilke olmalıdır.
Irkçılık ve etnik ayrımcılık düşüncesi batıldır ve lanetlenmiştir. İnsanlar bir tek anne ve babadan doğmuş ve birbirlerinin kardeşleridirler. Irkı ve rengiyle övünmek, başkasına üstünlük iddiasında bulunmak şeytani bir heves ve hastalıktır. Irkçılık bir düşünce veya ideoloji değil, bir Frenk illetidir sadece. Bu illet geçen asırda milyonlarca insanın kanının akmasına neden oldu. Bu hastalık Yahudilerden Avrupalılara, onlardan da bize bulaşmıştır.
İslam’ın bu konudaki hükmü kesin ve nettir: “Ey insanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi şubeler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz, Allah katında en değerliniz, O'na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Allah bilendir, haberdardır.”
Müslüman, kardeşini sevmelidir ve hatta onu nefsine tercih etmelidir. Tek bir Müslümanın bile zulme uğramaması için bütün ümmetin uyanık olması ve her an bu zulmü gidermek için mücadeleye hazır olması lazımdır. Yazımızı Hz. Pir’in konuyla ilgili bir sözüyle bitirelim:
“Şems-i Tebrizî bana bir şey öğretti: ‘Dünyada bir tek mü’min üşüyorsa, ısınma hakkına sahip değilsin.’ Ben de biliyorum ki yeryüzünde üşüyen mü’minler var; ben artık ısınamıyorum!”