Korku amansız bir düşmandır. Ölümcül hastalık veya bir olaydan korkmadan, umudunu koruyarak kurtulanlar olduğu gibi, aşırı kuruntu dolayısıyla hastalanan ve hatta bu endişe, kuruntu veya olumsuz telkinin etkisinde kalarak ölenler vardır. Bu yazımızda bu sonuncusu ile ilgili iki ilginç, yaşanmış olayın hikayesini paylaşmak istiyorum.

  Birinci:

“Amerika'da bir idam mahkumu, infazını beklerken hükümet yetkilileri bir teklifle gelir. Bir deney üzerine idamını darağacında değil de zehirli bir serumla uyutarak yapmak istediklerini ve bunun karşılığında ailesine yüklü bir para yardımı yapılacağını beyan ederler. Mahkum önündeki seçeneğin iyi olduğunu, en azından ölürken ailesine yardım edebileceğini düşünür ve kabul eder.

İnfaz gelir çatar, yatağa yatırılır ve bir serum bağlanır. Doktor, infazın detaylarını mahkuma anlatır;

'Gördüğünüz gibi Bay Jefferson, bağladığımız serumda kademe kademe renkli sıvı mevcut. En üstteki yeşil renkli sıvı bittiğinde elleriniz ve ayaklarınız uyuşacak, ortadaki mavi sıvı bittiğinde kollarınız ve bacaklarınız uyuşacak, en alttaki kırmızı sıvı bittiğinde ise kalp ritminiz yavaşlayacak, nabzınız düşecek ve infaz gerçekleşmiş olacak..' Der.

Ve tam da doktorun söylediği gibi gelişir her şey. Önce eller ve ayaklar, sonra bacak ve kollar uyuşur. Sonra ise kalp durur ve mahkum ölür... Üzerinde deney yapılan mahkumun ölüm sebebi sadece kalp krizidir”.

Serumda bulunan ve zehirli olduğu söylenilen sıvı ise sadece sudur...

   İkincisi:

   “1950’li yıllarda bir İngiliz şilebi Portekiz’den aldığı Madura şaraplarını İskoçya’ya götürür. Demir attığı limanda yükünü boşalttıktan sonra, şilepte çalışan denizcilerden biri unutulan şarap kolisi kaldı mı diye denetlemek üzere soğuk hava deposuna girer. Onun içerde olduğunu fark etmeyen başka bir denizci ise, kapıyı dışardan kapatır. Soğuk hava deposunda mahsur kalan denizci, var gücüyle bağırır, çelik duvarları yumruklar, ama kimseye duyuramaz sesini. Çakısıyla içerden açmaya çalışır kapıyı, mümkün değildir. Boş şilep, yeni yükünü almak üzere Portekiz’e doğru yola çıkar.

Mahsur denizci, depoda açlıktan ölmeyecek kadar yiyecek bulur. Ama deponun dondurucu soğuğuna fazla dayanamayacağının bilincindedir. Kapıyı açamayan çakısıyla, çelik duvarlara kendisini bekleyen ölüm sürecini yazmaya, daha doğrusu kazımaya başlar. Günbegün, adeta bilimsel bir titizlikle soğuğun vücuduna önce uyuşturucu sonra yavaş yavaş öldürücü etkilerini, el ve ayaklarının nasıl duyarsızlaştığını, donan burnunu ve buz gibi havanın dayanılmaz yakıcılığını anlatır.

Şilep Lizbon’a demir attığında, soğuk hava deposunun kapısını açan kaptan, zavallı denizcinin cesediyle karşılaşır. Duvarlara kazıdığı acılı sonunu okur ve.. kendisi de hayretten dona kalır.

Çünkü soğuk hava deposunun derecesi 19’dur. İskoçya’ya götürdükleri Madura şarapları 18 derecede taşınmayı gerektirmiş, şilep yükünü boşalttıktan sonra soğutma sistemi zaten kapatılmış olup, kendi haline bırakılan deponun sıcaklığı bir derece de yükselmiştir.

Yani biçare denizci donarak ölmemiş, donduğunu sandığı (ya da donacağına inandığı) için ölmüştür.

   Evet inanarak kendini bile öldürebilen insan, inanarak yeniden doğabilir de... Daima umudu korumalı. Ölümün de ölüm vaktinin de onu verenin elinde olduğu bilinmelidir.