Bir “Camiler ve Din Görevlileri Haftasını” daha geride bıraktık. Camiler ve imamlık görevi hakkında söylenecek o kadar çok şey var ki, bir köşe yazısı değil, onlarca, yüzlerce kitap bu sahadaki boşluğu doldurabilir ancak. Dolayısıyla biz burada çok önemli hususların altını çizmekle yetineceğiz.
Konu hakkında söyleyeceklerim sadece bana ait düşünceler değildir diye düşünüyorum. Bunlar düşünen her aklı selim kişinin bu konu etrafında söylediği şeyler. İşin daha ince detaylarını belirlemek ise bu konuda ihtisas yapan kişilere düşen bir görevdir. Hitabet usulü, ses eğitimi ile beraber toplum psikolojisini tanıma gibi birçok husus uzmanlık gerektiren konulardır. Bütün bu konularda ihtiyaç duyulan eğitimler, işin erbabı ve uzmanı kişilerce verilmeli, konuların pratik olarak icrasını gerçekleştirecek uygulamalara ağırlık verilmelidir. Gerekli uygulamalı eğitimleri alan din görevlisi adaylarından başarılı olanlar göreve alınmalı, işi beceremeyenler bu göreve asla alınmamalıdır.
Dini hizmetleri ifa alanı olan mabetler ve görevliler hakkında konuşurken camilerimizin mimarisinden, din görevlilerimizin değerli hizmetlerinden ve bazen de haksız yere saldırılara muhatap olmalarından veya diyanet personelimizin ve cami sayımızın ne kadar çoğaldığından söz etmeyeceğim. Doğrusu memnuniyet babından bu tür bilgiler aktarıp hiçbir sorun yokmuş gibi işi kapatan veya saklayan yaklaşımları doğru bulmuyorum. “Dost acı söyler” sözü gereği bize hatalarımızı ve eksiklerimizi hatırlatan iyi niyetli eleştirilere ihtiyacımız daha çoktur. Kendimizi eleştirmez ve daha iyiye ulaşmak için çaba harcamazsak kötü niyetli insanların yapacağı yersiz ve haksız eleştirilerden ve bunların oluşturduğu olumsuz etkilerden de kurtulamayız.
Evet konumuzun özüne temas etmek isterken aklıma hemen şunu sormak geliyor: "Camiler çoğalıyor da namaz kılanlar neden azalıyor, nedir bunun sebebi?" Bu can yakıcı sorunun cevabı elbette kolay değildir. Ama hakikat şu ki, bizler bu türden soruların gündeme gelmesinden bile belki rahatsızlık duyacak durumdayız. Ama ortada duran bir hakikati gizlemek de bunun sebeplerini başka yerlerde aramak da doğru değildir. Her konuda olduğu gibi bu konuda da bir günah keçisi arayıp bulma alışkanlığımızı artık terk etmeliyiz. Kocaman camilerimizde Cuma vakti dışında neden bir saffı dolduramıyoruz? Bence DİB bu konuyu da cami ve görevlileri ile ilgili diğer birçok konuyu da acilen masaya yatırmalıdır.
Aklıma sıkça gelen diğer bir konu: Din görevlilerini seçme, belirleme konusunda uygulanan mevcut sistemin değiştirilmesi gerektiğidir. Bence bu sistem yeterli kaliteyi sağlamaktan çok uzaktır. Dini bir göreve atanacak görevlinin bilgisi yanında, bu işi yapabilecek ahlâki olgunluğa sahip olup olmadığının hassaten göz önünde bulundurulması bir zarurettir artık. Çünkü imamlık, vaizlik, müftülük gibi vazifeler bilginin yanında ahlâki olgunluğun varlığını zaruri derecede gerektiren makamlardır.
Diğer çok önemli bir husus da hitabet dili ve üslubunun, “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın, müjdeleyin nefret ettirmeyin” nebevi sünneti istikametinde olmasının dini sohbet üslubunun cezbedici bir özelliğe sahip olmasının sağlanmasıdır. Hele özellikle vaaz ve hutbe konularının uzun tutulmamasına önemle dikkat edilmelidir. Bu bapta unutulmaması gereken diğer önemli bir konu ise Cuma hutbelerinin kağıttan okunarak değil, irticalen verilmesidir. Belirlenen bir konu üzerinde azami on dakika süreyle konuşmaktan aciz insanların İmam-Hatip yapılması gerçekten faciadır, günahtır, vebaldir.
Asli bir konu olmasa bile dini bir görevi ifa eden görevlinin belli bir kıyafetinin olması gerekir bence. Zira “insan kıyafetiyle karşılanır” denmiştir. Asıl olan dış görünüş değildir elbette. Amenna. Ancak her meslek erbabının kendisini tanıtan bir elbisesi olduğu malumdur. Bir papazın kendi inancını, geleneğini yansıtan ve de buna bağlı olarak saygınlığını arttıran bir kıyafeti var mıdır? Var. Peki din görevlilerimizin cami dışında bu görevi yaptığının işareti sayılan bir kıyafeti var mı? Yok. Ben aylık toplantılarda gördüğüm bazı arkadaşların İmam-Hatip olduklarını öğrenince doğrusu şaşırıyorum. Çünkü üzerlerindeki kıyafet ve tıraş modelleri tıpkı sokaktaki gençlerinkinin tıpkısının aynısı. Bundan kırk elli yıl önce bizim yörede (Kahta) pantolon giyen, takkesiz dolaşan bir imam göremezdiniz. Şimdi biri çıkıp diyecek ki, ya pantolon giymek haram, takke giymek farz mıdır? Elbette değildir. Ama ortada bir örf ve gelenek vardır. Son senelerde iyi atılımlar yapmaya devam eden diyanetimizin bu konuda da makul bir kıyafet zorunluluğu uygulaması koymasını bekliyoruz.
Hasılı dini vazifeler ve bu makamlara getirilmesi gereken personelin eğitimi konusunu A’dan Z’ye bir gözden geçirmek hem hizmet hem de saygınlığını arttıracak kararları çok geç kalınmadan almak gerekiyor.