İslam dünyasının bugünkü ana temel sorunu, kendine, aslına ve imanına yeniden dönüş sorunudur. Müslümanların ilk dönemlerdeki dinamikliğinin sonraki aşamalarda peyderpey bir düşüş kaydettiği tarihi bir hakikattir. Haçlı ve Moğol istilaları gibi güçlü darbelere rağmen ayakta kalmayı başaran ümmet bu son saldırıda batı dünyası karşısında dengesini kaybetti ve dağıldı. Avrupa haçlı ittifakının saldırılarının üzerinden uzun bir zaman geçmiş olmasına rağmen henüz bir toparlanma ve silkinişin olmadığını görüyoruz. Anlaşılan o ki, bu yeniden uyanış biraz daha zaman alacaktır. Bunun farklı bazı nedenleri olsa da işin temelinde Müslümanların bu son saldırı karşısında maddi yenilgiden ziyade manevi olarak çözülmüş olmaları yatmaktadır. Bir toplumun kendine olan güvenini yitirmesi kadar yıkıcı bir şey olamaz. Yara çok derin olunca iyileşme de haliyle gecikiyor.
Müslümanlar son iki asırdan beri düşmana karşı kendi iç dinamiklerini harekete geçirecek bir ses ve güç ortaya koymada yetersiz kaldılar. Batı uygarlığının gücü karşısında eziklik yaşayan yönetici ve elit kesim, düşmanına aşık olma sendromuna kapıldı. Batılılar gibi yaşamanın tek kurtuluş çaresi olduğu zannına kapılan bu kesim İslam’ın artık miadını doldurduğuna, kendileriyle beraber Müslüman halkı da inandırma çabasına girdiler. Batıcı kadroların bu yanlış politikaları tabii ki bir sonuca ulaşmadı. Bekledikleri hemen hiçbir şey gerçekleşmedi. Dış görünümüyle bir değişim olarak görülenlerin ise içi boş olduğu anlaşıldı.
Batılılaşma hevesi uğruna hiçbir kimsenin yapmadığı saçmalıklar bu ülkede zorla uygulandı. Müslüman halkın tarih, kültür ve inanç değerleri yok sayıldı ve yasaklandı. Başkaları, sanayileşme ve çağın gerektirdiği tekniği yakalamak için seferber olurken, mesailerini o yöne teksif ederken bizdeki batı hayranı rejim, milletin kılık kıyafetiyle uğraştı, devletin gücünü hep o alanda kullanıp tüketti. Bir asrı aşkın süreden beri zorla uygulanan batılı yaşam tarzı, mevcut eğitim sistemi milleti kendinden uzaklaştırmak ve batılılar karşısında komplekse düşürmekten öte bir şey yapmadı.
Kendinden, özünden habersiz bu batı hayranlarını dinlediğinde batılılaşma uğruna kendi elleriyle gerçekleştirilmiş bunca zulmün yeterli olmadığını ve hâlâ kendimizden taviz vermemiz gerektiğini mırıldandıklarını görürsün. Bu efendilere göre bizler batının kölesi olmalıyız. Çünkü biz kendi başımıza hiçbir iş beceremeyiz. Başkalarını olduğundan büyük, kendini de küçük görme hali hakikaten çok kötü bir hastalıktır. Ulema ve İslami duyarlılık sahiplerinden bile bu yersiz ve yanlış düşüncelerden kendisini kurtaramamış bazıları olmuştur. Şahsen Mısır müftüsü merhum Muhammed Abduh’un “Batı’ya gittim, İslam’ı gördüm ama Müslüman yoktu; Doğu’ya döndüm, Müslümanları gördüm ama İslam yoktu” ifadelerini bir tespitten ziyade olumsuz bir etkilenmenin dışa yansıyan hali olarak anlıyorum. Buna karşı Hz. Üstad Bediüzzaman’ın batı ve uygarlığına bakış açısı, karşı duruşu daha güçlüdür. Hz. Üstad, batı uygarlığındaki değişimin sosyal ve tarihi nedenlerini tespit ediyor ve bu maddi ilerlemeye odaklanan yapının iç yapısının kofluğuna dikkat çekiyor. Hz. Üstad’ın Müslümanların gerileyiş sebeplerini ortaya koyduğu tespitler de muazzamdır. O sadece batı medeniyetinin materyalist, makyavelist, dinden uzak taraflarını eleştirip reddetmekle kalmaz, İslam dünyasını gerileten yapıya da yerinde ve makul eleştiriler yapar. Evet batı günahkar ama bizler de o kadar masum değiliz. Ünlü mütefekkirimiz Muhammed İkbal’in ifadesiyle Batı kalbi, doğu da aklı öldürdü.
Hasılı kelam batı uygarlığı karşısındaki yanlış duruşumuz bizi perişan eden önemli nedenlerin başında gelmektedir. Batı’nın insanlığın huzuru için bir çözüm üretemediği artık ortaya çıkmıştır. İslam âlemindeki egemenlerin ne batıyı ne de İslam’ı doğru anlamadıkları ortadadır. Kurtuluşumuz hem batıyı hem da İslam’ı gerçek veçhesiyle tanıyan bir nesil çıkarmakla gerçekleşecektir ancak. Batılıyı dâhi, kendini aptal gören kişiliksiz, korkak bir nesilden bu ümmete hayır gelmedi ve gelmeyecektir.