Ramazan; çok geniş bir kitleye hitap eden, etkisi muazzam  ve dersleri kalıcı olan emsalsiz bir okuldur. Bu mübarek mektebin programında yer alan derslerin her birini anlatmak için ciltlerce kitap dahi yazılsa  azdır.

   İlim ve araştırmaların çağı olan şu zamanda, Müslümanlar kendi dinlerinin emir ve yasaklarını anlatmak ve tanıtmak için seferber olmalıdırlar. Değişik açılardan Ramazan ve orucun etkilerini inceleyen ilmi kurumlar ihdas edilmeli ve konunun uzmanları  Ramazan boyu halkı aydınlatmalıdırlar. Ramazanı karşılama ve tanıtma babında müzikten, tıptan, sosyoloji ve psikolojiye kadar her ilgili bilimin disiplinleri kullanılarak  konular işlenmelidir. İtiraf edelim ki diğer konularda olduğu gibi, Ramazanı tanıtma   konusunda da hayli eksiklerimiz var. Eksikler şöyle dursun, ramazanın ruhuyla ters birçok yanlışlardan hâlâ kurtulabilmiş değiliz.

   Ramazan’ın yediden yetmişe her kesim ve her seviyeden insana sunduğu derslerin başında başkasını düşünmek ilkesini ruhlara aşılamak gelir. Elindekini  başkasıyla paylaşabilmek için, muhtaç kimsenin içinde olduğu hali anlamak gerekir. İşte Ramazan orucu kişiye bu duyarlılığı sözlü olarak değil, bizzat yaşatarak aşılar, öğretir. Ramazan’da zengin Müslüman, aç insanların halini yaşayarak anlar ve öğrenir. İçi şefkat ve merhamet dolar.

  Evet, onca eksiklikleriyle beraber bugün yaşanan  ramazanlar şu toplumda fakir ve muhtaçların yüzünün güldüğü tek aydır. Gönül isterdi ki geriye kalan on bir ayda da bu ruh ve duyarlılık devam etsin. Fakirler fakirlikten,  zenginler de mallarını infak etmekten korkmaz bir seviyeye ulaşsınlar.

   Evet bu toplumun iman ve İslam’a olan ihtiyacı, güneşe olan ihtiyaçtan daha çoktur. Gönüllere merhamet güneşi doğmamış bir topluma gözlere doğan güneş ne yapsın!  Fakirlere verdiği kuruşunun fazlasıyla kendisine bereket olarak geri döneceğinden asla şüphe duymayan bir bilincin oluşması gerekir.

Yaşanmış şu gerçek hikayeyi dinleyelim:

“Kalabalık bir caddede  yürüyordum. Şehrin meşhur delilerinden biri geldi yanıma, herkes gibi ben de onu tanıyordum. Garibanın tekiydi, zararsız biriydi. Yaz günü kat kat giyer, hep gezerdi.

Geldi önümde durdu, elini uzattı ve:

-Bana para ver! dedi. Elimi attım cebime çıkarttım cebimdekileri. Bir yirmilik uzattım kendisine. Gözlerimin içine baktı ve:

-Onu değil! dedi "şunu istiyorum." dedi elimdeki paraların içinden elliliği göstererek.

- Neden onu istiyorsun? diye sordum şaşkınlıkla.

- Sana gelir. Sen onu ver bana" dedi, kendinden gayet emin ve bana emrivaki bir şekilde.

İtiraz etmedim, elliliği çıkarttım verdim. Gözlerimin içine bakarak:

- Sana gelir, dedi tekrar ve uzattığım elliliği alıp kalabalığın içinde kayboldu.

Donakaldım, hayra yordum tabi ki.

  Delidir ne yapsa yeridir diye düşündüm sonra. Elbette bunun da bir sebebi hikmeti vardır dedim ve oradan uzaklaştım.

   Eve geldim. Kayınvalidem bize gelmişti. Hoş geldin faslından sonra kayınvalidem:

- Oğlum! dedi "Bana para geldi mirastan. Payıma şu kadar düştü ve ben bu paranın elli bin lirasını size vermek istiyorum. Alın ihtiyaçlarınız için kullanın." dedi.

Donup kaldım bu işe. Oturdum bir güzel ağladım, rabbime şükür ve dua ettim”.

 Kim bilir buna benzer olaylar ne çok yaşanmıştır.

Evet kardeşim, sana gelir; iyilik yaparsan iyilik gelir.

 kötülük yaparsan kötülük gelir.

Bir dal çiçek mi uzatıyorsun birisine sana demet demet gelir.

Gülüyor musun birisine içtenlikle sana kahkahayla karşılığı ulaşır.

Yazımızı Hz. Pîr’(ra)in konuyla ilgili söyledikleriyle noktalayalım:

 “Sözün özü, bu dünya bir dağa benzer. İyi veya kötü her ne söylersen o yankılanır.

Eğer sen, "Ben iyi bir şey söylemiştim, dağdan çirkin bir şey yankılandı!" diye düşünüyorsan, bu imkânsızdır. Dağda bülbül ötsün de, insanlar karga sesi duysun, hiç mümkün mü? Eğer sen dağdan yankılanan bir eşek sesi duyarsan, mutlaka eşek gibi anırmışsındır”.

                                                        (Fihi Ma Fih)