Önceki iki yazımızda soru sormak konusu ile ilgili bazı şeyler söylemeye, nakletmeye çalıştık. Ancak nefsimize soru sormak gibi çok önemli bir konuya temas etmedik. İnsanın kendisine soru sorup nefsini sorgulaması ve yarının o büyük hesap gününe hazırlık yapması kadar önemli bir şey olamaz.

   İslam irfanı, insanın kendi nefsini terbiye etmesi konusuna birinci derecede yer vermiştir. İnsanlık tarihinde hayatın her alanında örnek ve rehber büyük insanların hepsi nefisleriyle yaptıkları çetin mücadeleler ile ancak o yüksek seviyelere ulaşabilmişlerdir.

   Nefsin tanınması ve terbiyesi her zaman insanın en büyük sorunudur. Geçmişte de günümüzde de insanın yaşadığı sıkıntı ve sorunların kaynağında insanın kendisiyle, nefsiyle kurduğu hatalı ilişki vardır. Evet, Hz. Resuli Ekrem(sav)’in de ifade buyurduğu gibi insanın en büyük ve tehlikeli düşmanı kendi nefsidir. Nefsini ıslah etmek erdemlerin en büyüğüdür. Bunu başaran kişi her iki dünyada da rahat eder ve saadete erer. Yüce Kur’an şöyle der: “Artık kim azmış ve dünya hayatını tercih etmişse, Şüphe yok ki onun varacağı yer cehennemdir. Ama Rabbinin huzurunda durmaktan korkmuş ve nefsini kötü arzulardan men etmiş kimseye gelince, şüphe yok ki onun sığınacağı yer cennettir”. (Naziat,38-41)

Hz. Pîr Mevlana Celaleddin-i Rumî (ra) nefsin değişik özelliklerini farklı temsiller ve kıssalarla anlatır:

               Nefis bir ejderhadır:

  Hz. Pir (ra)  nefsi bir ejderhaya benzetir ve bunu şöyle bir hikaye ile dile getirir:

“Bir yılan avcısı, dağda donmuş bir ejderha bulur. Ölmüş zannederek şehre getirir. Halk, bu büyük ejderhanın etrafında halka olmuş seyrederken, güneşin ısısıyla buzları çözülen ejderha kıpırdamaya başlar. Halk, dehşet içinde sağa-sola kaçışır. Avcı ise, korkusundan ne yapacağını bilemez. Ejderha, avcının üzerine saldırır ve onu yutar”

“Ey insanoğlu; senin nefsin de bir ejderhadır! Ölmüş görünse bile ölmemiştir; günah işlemek için eline fırsat geçmediğinden ötürü, gamdan uyuşmuş bir hâlde, donmuş gibi beklemektedir! (…) Nefis ejderhası; yokluğa, yoksulluğa, fakirliğe düşerse, küçük bir kuvvet hâline girer. Fakat mal-mülk, yüksek mevki yüzünden nefis sivrisineği, çaylak kesilir.

Sen nefis ejderhasını ayrılık karları altında tut; aklını başına al da, onu güneşin altına getirme! Dikkat et ki, ejderhan donmuş bir hâlde kalsın; eğer o canlanırsa, sen onun bir lokması olursun! (…) Çünkü üstün şehvet güneşinin harareti vurunca, o pis baykuş kanatlanır uçar!”

Başka bir yerde nefsi öküze benzetir:

“Bir öküz Bağdat’a gelir. Şehri bir baştan bir başa gezer. Oradaki lezzetli nimetlerden yalnız kavun-karpuz kabuklarını görür. Sağda- solda görülen saman ve otlar dikkatini çeker. Öküzün ve merkebin seyrine layık olan ancak budur.”[56]

Mevlâna, nefsi merkebe de benzetir: Nefsin merkeplik karakterini şöyle bir temsille bizlere sunar:

“Avcının biri bir ceylanı yakalar. Onu, ahırda merkeplerin içine bırakır. Merkepler, zevk ve iştahla karpuz kabuklarını ve benzeri gıdaları yerken ceylan onlara hiç yanaşmaz. Merkepler ceylanla alay etmeye başlar. Ceylan der: Ben çayırlığın arkadaşıyım. Duru sularla, bağlar ve bahçelerle avunur, eğlenirdim... Sümbülü, laleyi, reyhanı bile binlerce nazla ve istemeyerek yerdim... Fakat koku almayan bunları nereden duyacak? Pisliğe tapan merkebe o koku haramdır. Merkep, yoldan giderken diğer bir merkebin bevlini koklar ve ondan hoşlanır. Bu çeşit mahlûklara nasıl misk arz edebilirim?”

Nefsin mahiyeti ve seviyeleri ile nefis terbiyesi hakkında çokça şeyler söylenmiş. Ancak nefsi dize getiren ilk şeyin riyazet ve az yemek olduğu konusunda hemen hemen bütün arifler söz birliği içindedirler. Nefsi en çok dize getiren açlık ile ilgili bir rivayet:

Rivayete göre, Cenâb-ı Hak nefse:

- Ben kimim, sen kimsin? diye sormuş. Nefis de:

- Ben benim, sen sensin! diye cevap vermiş. Bunun üzerine Allah ona azap vermiş, Cehenneme atmış, sonra yine sormuş:

- Ben kimim, sen kimsin?

Nefsin cevabı aynı olmuş:

- Ben benim, sen sensin!

Hangi azabı verdiyse, nefis gurur ve enaniyetinden vazgeçmemiş. Nihayet uzun süre aç bırakarak bir nevi oruç tutturmuş, sonra tekrar sormuş:

- Ben kimim, sen kimsin?

Nefis bu sefer şu cevabı vermiş:

- Sen benim Rabb-i Rahîmimsin, bense senin âciz bir kulun...

Yazımızı Hz. Resul-i Ekrem aleyhisselemın duasıyla noktalayalım:

Allah'ım! Beni bir an bile nefsimle baş başa bırakma!”