“Lokman'ın efendisi, kendisine yemek getirdiler mi, Lokman'a adam gönderip çağırtır, Önce o yemeğe Lokman el sürer, efendisi de ondan sonra yerdi.

…..

Bir gün Lokman'ın efendisine hediye olarak bir karpuz getirdiler. Hizmetçiye " git, oğlum Lokman'ı çağır" dedi. Lokman gelince efendisi, karpuzu kesip ona bir dilim verdi. Lokman o dilimi bal gibi, şeker gibi yedi. Hem de öyle lezzetle yedi ki Lokman'ın efendisi, ikinci dilimi de kesip sundu. Böyle, böyle karpuzu tekmil yedi; Yalnız bir dilim kaldı. Efendisi "Bunu da ben yiyeyim; bir bakayım, nasıl şey, herhalde tatlı bir karpuz" dedi. Çünkü Lokman öyle lezzetle, öyle zevkle, öyle iştahlı yiyordu ki görenlerin de iştahı geliyordu. Efendisi o dilimi yer yemez karpuzun acılığından ağzını bir ateştir sardı, dili uçukladı, boğazı yandı. Acılığından âdete kendisini kaybetti. Sonra "A benim canım efendim, böyle bir zehri nasıl oldu da tatlı tatlı yedin, böyle bir kahrı nasıl oldu da lütuf saydın? Bu ne sabır? Neden böyle sabrettin? Sanki canına kastın var? Niye bir şey söylemedin, niye biraz sabret şimdi yiyemem demedin?" dedi.

   Lokman dedi ki: "Senin nimetler bağışlayan elinden o kadar rızıklandım ki utancımdan adeta iki kat olmuşumdur. Elinle sunduğun bir şeye; ey marifet sahibi; bu acıdır demeye utandım. Çünkü vücudumun bütün cüzleri senin nimetlerinden meydana geldi. Ben senin tanene, tuzağına gark olmuştum; bu kadarcık bir acıya dayanamaz, feryat edersem vücudumun bütün cüzleri hak ile yeksan olsun! Şekerler bağışlayan elinin lezzeti bu karpuzdaki acılığı hiç bırakır mı? Sevgiden bakırlar altın kesilir. Sevgiden tortulu, bulanık sular arı duru bir hale gelir, sevgiden dertler şifa bulur. Sevgiden ölü dirilir, sevgiden padişahlar kul olur.”(Mesnevi)

  

Marifet ehli şöyle demişler:

Hoştur bana senden gelen

Ya hil'at ü yahut kefen,

Ya taze gül yahut diken...

Kahrın da hoş, lütfun da hoş.

Gelse celâlinden cefa

Yahut cemalinden vefa,

İkisi de cana safa:

Kahrın da hoş, lütfun da hoş.

   Biz nefsimizin hoşuna gitmeyen hemen her şeyden şikayet ediyoruz. Sevmediğimiz, hoşumuza gitmeyen şeylerin bizim için ne hayırlar saklamış olduklarından haberimiz yok. Lokman "Karpuzu veren senin lütuf elin bana onun acılığını göstermez" diyor. Ya biz ne diyoruz?

   Bir köpek bile ekmek yediği eli ve kapıyı unutmaz. O elden sopa da yese sadakat ile bekçiliğine devam eder. Köpek bile kendisini besleyen yeri bilir, davranışlarıyla duygularını belli eder. İnsan bundan ders almalı, gördüğü iyiliği unutmamalıdır. Şayet insan o sadakat timsali hayvandan daha geride olursa kendine yazık eder.

Yazımızı şükrün en yüksek derecelerini anlatan şu düşündürücü muhavere ile noktalayalım:

Şakik-i Belhi (ra), Mekke’ye gitmişti bir zaman.

Biri Onu tanıyıp sokuldu yanına.

- Efendim, bana nasihat eder misiniz?

Sordu o kimseye:

- Geçimin nasıldır? Bir şey bulamayınca, ne yaparsın?

Adam cevabında;

- Bir şey bulunca şükrediyor, bulamayınca sabrediyorum, dedi.

Buyurdu ki:

- Belh'in köpekleri de öyle yaparlar. Bir şey bulunca yer, bulamayınca sabrederler.

Adam şaşkın halde sordu:

- Peki efendim siz ne yaparsınız?

- Biz, elimize bir şey geçerse, onu bir din kardeşimize veririz. Geçmezse, hiç üzülmez, Rabbimize şükrederiz.