Bir mermer yontucusu, dağın tepesinde, kızgın güneşin altında, mermer yontmaktan son derece yorulmuş. Kendi kendine söylenmeye başlamış: 

“Bıktım artık mermer yontmaktan. Hayat mı bu yaşadığım sanki… Devamlı mermer yontmaktan başka bir şey yapmıyorum…  Yontmak zaten zor, bir de yetmezmiş gibi hep bu kızgın, yakıcı güneş! Ah! Güneşin yerinde olsam keşke… Ne güzel yükseklerde her yere hakim olacaktım. Işığımla her yeri aydınlatacaktım.”

   Yontucunun dileği mucize eseri kabul olunur ve yontucu o an güneş olur. Dileği kabul edildiği için çok mutludur. Fakat bu sırada bulutlar ortaya çıkar ve ışığını her yere yaymasına engel olur. Bu duruma isyan eder:

“Şu basit bulutlar benim ışınlarımı engelleyecek kadar kuvvetli olduklarına göre güneş olmanın ne anlamı var. Mademki bulutlar bu kadar kuvvetli bulut olmayı isterdim.”

Dileği kabul olur ve hemen bulut olur. Dünyanın üzerinde özgürce gezinmeye başlar, oradan oraya gider, yağmur yağdırır, toprağa bereket verir. Fakat birdenbire rüzgar çıkar ve bulutları dağıtır.

“Rüzgar nerden çıktı da geldi ve beni dağıttı, demek ki rüzgar daha kuvvetli öyleyse ben rüzgar olmak istiyorum. “

Dileği yine kabul olur, güçlü bir rüzgar olur. Dünyanın üzerinde eser durur, fırtınalar estirir, tayfunlar meydana getirir. Fakat birdenbire önüne kocaman bir dağ çıkar ve ona mani olur.

“Basit bir dağ beni durdurmaya yettiğine göre benim rüzgar olmamın ne anlamı var.”

Dileği kabul olur ve bir anda koca bir dağ olur. Bazı sesler duyar, ona durmadan vurulduğunu hisseder. Ondan daha kuvvetli olan, onu içten içe oyan, bir de bakar ki…

Sadece küçük bir mermer yontucusudur.

   Hayat hızla akıp giderken, kısmet ve payımıza memnun olmayıp, başka biri olmak isteriz. Mutluluğu başka yerlerde, başkasının yerinde olmada arar, onun kendi içimizde olduğunu unuturuz. Kendimizden uzaklaştıkça daha beter mutsuz oluruz. Mutluluğun adresi kendimize dönmektedir.

   İnsan her şeyden önce kendi konumuna rıza göstermeli ve onu en iyi şekilde değerlendirmenin çabası içinde olmalıdır. Elinde olanla yetinmek, var olana şükretmek saadetin esas kaynağıdır. Elde olana razı olmak hem nimete şükürdür. Nimete şükür etmek ise onu arttırır. ..Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım…” (İbrahim, 7) buyrulmuştur.

   Hz. Pîr(ra) şöyle der:

Şükre mani olan şey hamlık aç gözlülüktür. Zira bu aç gözlü kişi, eline geçirdiği şeyi daha önce ihtirasla istemişti. İşte o tamah ve açgözlülük onu şükürsüz kıldı.

Tamah ve açgözlülük, ham meyve, çiğ ekmek, çiğ et yemek gibi olduğundan, şüphesiz illet ve şükürsüzlük doğmasını gerektirir.

  Allah'a şükretmek herkesin boynunun borcudur. Kavga etmek, suratını ekşitmek, "şükür" değildir.

Kendinize gelin de şu kereme bakın! Bir şükre karşılık bu kadar nimeti kim verir?

Bir koku alıp da şükrünü eda etmeyen, küfran-ı nimette bulunur ve kendi burnunu yitirir.

Şükür, nimetin canıdır, nimetse deriye benzer. Çünkü seni Sevgiliye kadar ulaştıran şükürdür.

Nimet, insana gaflet verir; şükürse uyandırır. Padişahın şükür tuzağıyla nimet avla!

Şükretmeyenden güzellik de kaybolur, hüner de, sanat da. Artık bir daha ondan bir eser bile görünmez.

O küfür inadı, maymun âdetidir. Şu hamd ve şükür ise Peygamberin yoludur.

                                               (Mesnevi, I/1525, III/2672)