Şu fani diyarda hepimiz yolcuyuz. Yolcu için gereken en önemli husus varacağı hedefin neresi olduğunu bilmesi ve doğru istikamette yürümesidir.  Yanlış yola girdiysen doğru hedefe ulaşamazsın. 

   “Yolculuk meşakkattir” denmiştir. Yürürken ayaklarımıza batacak dikenler, karşımıza çıkacak engeller olacaktır elbette. Unutmayalım ki, hayat yolculuğumuzda hayatı veren Allah’ın koymuş olduğu kurallar geçerli olacaktır. Hedef: İnsanın yaradılış amacı doğrultusunda yol yürümesini sağlamak ve fani dünyanın büyüsüne kapılmaktan korunmaktır.

Misafirsin bu hanede,  umduğunla değil bulduğunla mutlu olmaya çalış. Hane sahibi ne derse o olur.

Bil ki sana verilen nimettir, verilmeyen ise hikmettir.

Aziz dostum,

Şu hayat yolculuğumuzda karşımıza dikilen her engel bizi güzergahtaki muhtemel tehlikelere karşı uyarmak içindir; dolayısıyla rahmettir. Öyle ise bu uyarıcılara kahredip durmak niye? Bilmeliyiz ki, çobanın sürüye taş atması, onlara kahırla seslenmesi sürünün kendi faydası içindir. Toprağın başına kar ve dolunun yağması ne ise, insanın başına gelen acı ve musibetler de odur.

 Evet, bu uyarılar,  yürüdüğümüz yolun sonundaki hedefe güvenle yürümemizi sağlayan çok önemli işaret, sinyal ve derslerdir ki, bu dersleri başka bir okuldan öğrenmek mümkün değildir. O dersleri iyi bellediysen nefsini terbiye ettin, Allah’a yaklaşmaya doğru adımlar attın demektir. Senin bu adımlarına O, koşarak cevap verecektir, şüphen olmasın.

  Her zorluğu aşmak için ortaya koyduğumuz azim ve mücadele Allah’ın kapısını çalmaktır. Kapıyı ne kadar çalarsan rahmete o kadar yakınlaşır, sevilirsin. Bazen kapı geç açılabilir. Sakın acele edip kapının önünden uzaklaşma, umutsuzluğa kapılma. Ve unutma ki  "Her zorluğun yanında bir kolaylık vardır."

  Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacaktı? Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyor. Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kaldı; ama kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Açtı.. Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde.. “Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir.” diyordu kral.

   Köylü,  pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı. “Her engel ve zorluk, hayatımızı daha fazla iyileştirecek, bizi olgunlaştırıp kazançlı kılacak  bir fırsattır…

   Ey musibetler, sıkıntılar çeken kardeşim!

Çektiğin acılardan, belini bükmüş ağır yükten  şikayet edip sızlanmak sorunu çözmez; tam aksine var olan sorun ve sıkıntıyı daha da arttırır.

Allah'a iman; O’na teslimiyeti ve kaderine rıza göstermeyi gerektirir. O’na teslimiyet yegane selamet ve kurtuluş yoludur. O’na isyan etmek çıkar yol değildir.

Yazımızı Hz Pîr’in konu hakkındaki özlü sözleriyle noktalayalım:

İstediğin bir şey; “olursa bir hayır, olmazsa bin hayır ara

Zor diyorsun, zor olacak ki imtihan olsun.”

Kapı açılır, sen yeter ki vurmayı bil! Ne zaman? Bilemem! Yeter ki o kapıda durmayı bil!

Ayağımıza batan dikenler, aradığımız gülün habercisidir.”