İnsan farklı bir tabiatta yaratılmıştır. O ne tam bir melek, ne de tam bir şeytandır. İnsan tabiatı hem şerre hem de hayra kabiliyeti olan bir yapıdadır. İnsanın şer olandan korunmasını sağlayacak ruhi, manevi duyular daha güçlü olmakla beraber bazen insan bu manevi duyularını keşfedemediğinden nefse ve şeytana aldanır, şerre düşer. Bulunduğu yüce konumu, isyan ve yasaklara düşerek kaybeden insan kendinden daha alt seviyede bulunan hayvanlardan da daha beter bir derekeye yuvarlanıp düşer.

    Kur’an, Hz. Adem kıssasını birkaç kez tekrar eder, bu tekrarların hemen hepsinde de Adem’in işlediği hatadan hemen tövbe ettiği ve tövbesinin Allah tarafından kabul edildiğine vurgu yapar. Yani Cenab-ı Hak sanki mealen insana şunu der: “Ey insan, babanı tanımalısın. Onunla aynı yapıda olduğundan sen de onun düştüğü hataya düşebilirsin. O, düştüğü hatanın hemen farkına vardı ve vakit geçirmeden tövbe etti ve tövbesi kabul edildi. O halde sen de aynı yolu takip etmelisin”.

   İnsanın şu imtihan dünyasında bilmesi gereken en önemli şey hataya düşünce ne yapılması gerektiğidir. Hata sonrasında ne yapılmasını bilmeyen kişi daha büyük hatalara düşebilir çünkü. Düşülen hatadan vakit geçirmeden, en kısa zamanda dönülmeli ve pişmanlık duyarak Allah’tan af dilenmelidir. Yani zamanı iyi kullanmak gerekir. Çünkü elimizdeki en büyük nimetlerden olan zamanın ne vakte kadar elimizde kalacağını bilemeyiz. Her an onu kaybetme riski varken çok önemli işleri ertelemek büyük bir yanılgıdır.

   Diğer taraftan yanlışta ısrar ve devam, insanı o yanlışı doğruymuş kanaatine götürür. Yanlışı doğru saymak ise çok tehlikeli ve geri dönüşü çok daha zor olan bir durumdur. Hz. Mevlana şöyle der: “Günah mı işledin, hemen tövbe et. Unutma, insan suya düştüğü için değil, sudan çıkamadığı için boğulur.”

   Günahta ısrar ve devam çok tehlikelidir. İşlenen kötü bir fiilde ısrar, onun kısa bir zaman sonra insanın tabiatını ifsad ederek alışkanlık haline gelmesine, hazmedilmiş iyi bir şey olarak kabul edilmesiyle sonuçlanır. Yani kötülükler bir tür bağışıklık oluştururlar.

   İşlenen her bir günah manevi kalbimiz, gönül dünyamız üzerinde olumsuz etkiler bırakır. Durumun onarılmadan devam etmesi manevi dünyamızın ölümü ile sonuçlanır ve insan yaşayan bir ölüye dönüşür. Manevi hassaları işlemez duruma düşen insan kendisi ve çevresi için en büyük bir tehlikedir. Ölmüş bir canlının vücudu kokuşup kurtlandığı gibi günahkar insanın hayatı da öyle olur. O halde tövbe, vakit geçirmeden hastalığı tedavi etmektir. Aksi durumda o günah mikropları bütün bünyeyi sarar ve mukavemet gücünü ortadan kaldırarak onu yok eder.

   Hz. Pîr (ra) kötü huylarından vazgeçmeyip tövbe etmeyenin durumunu şöyle bir örnekle anlatır:

“Adamın biri yola diken dikiyor, halka da eziyet ediyordu. Ona denildi: 'Şu dikenleri sök yoksa kök salıp güçlenseler sökmesi zor olacak; sen de güçten düşüyorsun, diktiğin dikenler gençleşiyor sen yaşlanıyorsun biraz tez ol. Sözün kısası; işini yarına bırakma. Çabuk tövbe et de istiğfarı yarına bırakma.” (Mesnevi)

   Tövbeyi tek bir kelime ile ifade etmek gerekirse bu kelime “pişmanlık”tır. Bizi yoktan var edip sonsuz nimetlerle mükafatlandıran Yüce Allah’a karşı isyan etmenin utanç ve pişmanlığını hissetmek gerçek bir tövbedir ve Allah ancak bu özelliğe sahip bir tövbeyi kabul eder.

   Tövbe hakiki, gerçek bir temizliktir. Günahlar vücudumuza sirayet eden kirlere benzerler. Temizlenmediği takdirde mikroplara dönüşür ve bünyeyi tehdit ederler. Vücudun kiri su ile kolayca temizlenebilir ama ruhumuza sirayet eden günah kirlerini ancak gözyaşı suyu ile temizleyebiliriz.

   Tövbenin kabulünün temel şartı pişmanlık duymaktır. İşlediği isyan ve zulmü gururla savunan kimse, diliyle ne kadar tövbe ederse de bunun bir kıymeti yoktur. Şayet günahımızın bir insanın hakkını gasp etmek, onu üzmek gibi bir boyutu varsa, o insan ile helalleşmek, hakkını iade etmek gerekir. Tövbenin diğer bir şartı da bir daha aynı hataya düşmemeye azmedip karar vermektir. Dolayısıyla tövbe son noktayı koymaktır.

   Tövbeyi korumak ve onu bozmamak için yapılması gereken önemli bir şey ise günahların işlendiği ortamlardan ve çevrelerden uzak durmaktır. “Bana bir şey olmaz” demek şeytanın aldatmacasıdır. “Ben o günahkarların elinden tutup onları kurtarmak için onlarla oturup kalkıyorum” demek de her yiğidin harcı değildir. Çoğu kez boğulmakta olan kimseyi kurtarayım diye denize atılanların da boğulduğu bir gerçektir.