Bir gün, bir köyden diğerine doğru yola koyulan bir muhacir, köyden ayrıldıktan sonra yol kenarındaki kulübesinde kendini Allah’a adamış, ilimle, ibadetle vaktini geçiren bir ermişe rastlar.

   Muhacir, “ Ben dağdaki şu köyden ovadaki bir köye gidiyorum. Ovadaki köy hayatı hakkında bana biraz bilgi verebilir misiniz?”

   Ermiş, “Söyleyin bana, dağ köyündeki hayatınız ve oradaki insanlarla ilişkileriniz nasıldı?” der.

   Muhacir, “Göçtüğüm bu dağ köyü berbat ve çok kötü bir yer. Oradan göçmenin benim için çok doğru olduğuna inanıyorum. Çok soğuk insanlar. Ne yaptımsa da onlarla beraber iyi bir hayat geçiremedim, beni aralarına almadılar. Çok bencil kişilerdi. Orada daha fazla kalsam kendimin de onlar gibi olmasından korktum ve göçmeye, hicret etmeye karar verdim. Hem hicret etmek Peygamberlerin de sünneti değil mi?”

   Ermiş, “ Üzgünüm ama, muhtemelen gideceğiniz  yer de pek farklı olmayacak”, deyince muhacir, biraz morali bozulmuş halde yoluna devam eder.

   Birkaç ay sonra aynı yoldan başka bir muhacir daha geçer. O da yol kenarında kulübesinde ibadetle meşgul olan ermişe uğrar.

   Muhacir, “Dağdaki köyden gelip, ovadaki köye gitmek istiyorum. Acaba orası hakkında bilginiz var mı, gideceğim yer benim hakkımda hayırlı mı şerli mi olacak?” diye sorar.

   Ermiş, “ Biliyorum, ama önce bana dağ köyündeki hayatınızdan biraz bahseder misiniz?”

   Muhacir, “Çok harika! Köy halkı ile sanki bir aileydik. Yaşlıları çok bilge insanlardı. Onların bilgilerinden yararlandım. Çocukları ve gençleri bana çok saygılıydılar. Herkes terbiyeli ve cömertti. Doğrusu ayrıldığıma üzgünüm. Onları asla unutmayacağım.

   Ermiş, “O halde gitmek istediğin köy de aynen onun gibidir” der. Muhacir dua ettikten sonra yoluna sevinç ve güvenle devam eder.

   Bu temsili hikaye insan ruhundaki olumlu ve olumsuz yargıların  doğurduğu farklı sonuçları, bir insanın kendine dönüp bakması ve dış dünyadaki olumsuzlukların sebebini kendinde, bakış açısında araması hakikatini  öğretmesi açısından önemlidir. Doğru bir bakışa, iç dünyanın temizlik ve zenginliğine sahip olan kişinin dünyası cennet, olumsuz ve karamsar düşüncelere sahip kişinin dünyası ise cehennem olur.

   Herkes kendi düşüncesinin, iç dünyasının gücüne göre hayatı yaşar. Yaptığı iyi, ya da kötü işler, düşüncesinin birer yansıyışı olarak, yerine göre cennetini de, cehennemini de oluşturur.

    İnsanın hayatında ve işlerinde düşünce her zaman eylemden önce gelir. Yani insanın bir eylem içine girebilmesi için, önce o eylemi yaptıran düşüncenin olgunluğuna erişmesi gerekir. İnsanlar düşünceleri ile hayatlarını şekillendirirler. Eğer düşünceleri ile ürettikleri; hep kızgınlık, kin, nefret, hınç, intikam, kavga, kırgınlık, hoşgörüsüzlük ve korku ise yaşamının şekillenmesinde bu etkenler hep ön planda olacaktır. Dikkat edilirse; tüm dertler, hüzünler, ıstıraplar, olumsuzluklar, kızgınlıklar, kuşkular, korkular ve hatta umutlar, hep insan düşüncesinin sonuçlarıdır. İyi, güzel ve olumlu düşünce, iyi, güzel ve olumlu eyleme dönüşür ve bunun hayatınıza yansıması da, iyi, güzel ve olumlu olur.

   İnsan elindeki imkanlar dahilinde bulunduğu mekanı, yaşam alanını, hayatını güzelleştirmeyi beceremiyorsa, nereye giderse gitsin, gittiği yerde de güzelliği bulamaz, göremez, yaşayamaz. Güzellik senin kendi içinde, düşüncende, fikrinde, gönlünde. Bu hakikati eski arifler “kendine dön”, “kendini tanı” , “karşına çıkan ne varsa senden çıkmıştır” vb” ifadelerle dile getirmişlerdir.

    Hayattaki her iyi ve kötü sonucun insanın kendi duruş ve bakış açısından kaynaklandığı hakikatini ifade eden Hz. Pîr’in o meşhur ifadeleriyle konumuzu bitirelim:

Dünya bir dağa benzer. İyi olsun ,kötü olsun , ne söylersen onu duyarsın dağdan. Bir güzel söz söyledim, dağ çirkin cevap verdi sanırsan yanılırsın, buna imkan yok. Bülbül dağa karşı şakısın, çilesin de dağdan karga sesi gelsin; yahut insan seslensin de dağ eşek anırışıyla yankılansın; mümkün değil. Şayet eşek anırışı duyuyorsan iyice bil ki anırmışsın .

Dilerim bu gökkubbe, daima hoş sesli kılsın seni”.