Hırs “H r s” kökünden gelen Arapça bir kelimedir. Bu kökten türemiş kelimelerin bazıları Türkçe’ye de geçmiştir. Hâris, ihtiras, muhteris kelimeleri bunlardan birkaçıdır. Hırs kelimesi az bir anlam kaymasına da uğrayarak “öfkelenmek” için de kullanılır olmuştur. “Hırsla kalkan zararla oturur” deyişinde olduğu gibi.

   Hırs, lazım olandan daha çok fazlasını istemek ve onu elde etmek için kural tanımadan, helal haram demeden hareket etmektir. Hırs olayı genellikle dünyevi menfaatler konusunda kendini gösterir. Değişik hikmetleri olan bu duygumuzu yok etmek elbette mümkün değildir. Bizden istenen, onu kontrol altında tutmaktır. Kontrolden çıkan hırs kişilik aşınmasına yol açar, insanı zillete düşürür. Tarih boyunca Yahudi milletinin uğradığı zilletin tek sebebi dünya malı konusundaki hırslarıdır. Hırs belasının tuzağına düşmekten kurtulmanın tek yolu kanaatkar olmak, nefsimizi bu yönde terbiye etmektir.

   Hırs kontrolsüz bir şekilde harekete geçince başkasının malına, canına, mevkiine, namus ve şerefine zarar verici sonuçlar doğurur. Ferdin dinî, ahlâkî ve psikolojik hayatına zarar vermekle kalmayıp sosyal hayatın düzenini de bozar. Yönetimin ehliyetsiz, kabiliyetsiz kişilerin ve çıkarcıların eline geçmesi; kumar, hırsızlık, dolandırıcılık, karaborsacılık gibi ahlâk ve hukuk kurallarına aykırı yollardan kazanç sağlanması gibi sosyal problemlerin temelinde de genellikle kontrol edilmeyen hırs duyguları yatar.

   Bu duyguyu ifade eden ‘H r s’ kökünün anlamını izah babında şöyle bir açıklama yapılmıştır: Develer bilindiği gibi çöl gemileridir. Bu mübarek hayvan üç hafta yemeden içmeden, aç susuz çölde yürür de yürür; o kadar dayanıklıdır yani. Ama bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır ve gördükleri yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarlar. Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kan dikenle karışınca bu tat devenin daha çok hoşuna gider. Böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa kan kaybından ölür deve. Araplar devenin başına gelen bu olayı “Ha re se” diye ifade etmişlerdir.

    Gerçekten insandan beklenen bu tabii duygularını öldürmesi değil, budaması, terbiye etmesi, yüzünü zararlı olandan faydalı olana çevirmesidir. Bu hakikati, Mesnevideki nükteli bir kıssa ile açıklamaya çalışalım:

“Birisi bir beyi ziyarete gitmişti. Kalktığı zaman evine gitmek üzere ondan bir at istedi. O da:

- Git şu kır atı al, deyince, atı tanıyan misafir;

- Hayır, onu istemem, çünkü o yürüyünce kuyruğundan yana geri geri gidiyor, dedi. Feraset sahibi Bey de:

- O halde sen de onun kuyruğunu gideceğin yere çevir; kuyruğu tarafına gide gide geleceği yere gelince orada durur, dedi.

    Hz. Pîr bunu şöyle yorumluyor: “İşte senin nefis atının kuyruğu da hırs ve şehvettir. Onun maksadı geri geri gitmektir. O halde sen o şehvetin yüzünü ahirete çevir, hırsını ona yönelt. Tabii yine de en iyi at geri değil ileriye doğru giden itaatkar attır”.

       Abbasi halifelerinden biri, bir Allah dostuna “dile benden ne dilersen” der.

Allah dostu “benim kölelerimi kendisine efendi edinen kişiden ne dileyebilirim ki” demiş.

Sultan bozulmuş ve senin kölelerin olup da benim efendim olduğunu iddia ettiğin kimdir” der

Allah dostu “Hırs ve nefs” der ve devam eder,

“Ben hırsı ve nefsi kendime köle ettim, bakıyorum ki benim köle ettiklerim senin efendin olmuşlar. Ben kölelerimin kölesi olandan ne isteyeyim ki”

   Şu imtihan dünyasında hırsının kölesi ve esiri olmayanlar en bahtlı ve zengin insanlardır. Rabbim bizleri bu kanaatkar, bahtiyar kullarından eylesin. Amin.