Birkaç günden beri camilerden  “elveda ramazan” diye başlayan salaları duyunca insanın içine bir hüzün doluyor. Aziz bir dosta elveda demek çok zor olsa gerek. Kelimeler düğümleniyor boğazda, yaşlar damlıyor gözlerden ve bu dost ile geçirdiğimiz kısa zamanın muhasebesinden ortaya çıkan sonuçlara bakınca, ah keşke kalsaydı da gitmeseydi demek geliyor içimizden.

  Baştan sona rahmet, bereket ve temizlik olan bir ramazanı yine geride bırakıyoruz. İlâhi bir namus ve kanun olan zamana karşı kim, hangi güç karşı durabilir. Ancak Ramazan’a veda etmek, “elveda” demek yerine “dur gitme kal” demek mümkün değil mi acaba? Öyle ya, ramazan ilâhi rahmetin biz aciz kullarına bir tecellisi ise neden olmasın? O’nun rahmeti de kendisi gibi sınırsız değil midir? O rahmetin üzerimizdeki etkisi en küçük bir an bile yok sayılabilir mi? O rahmet bütün her şeyi kuşatmamış mıdır?

  Evet dostlar, gelin elveda demeyelim. Hayra ve rahmete değil, şerre ve günahlarımıza elveda diyelim ve ramazanın şekli bizimle olmasa bile onun bize ilham ettiği ruhuyla beraber bütün yıl, bir ömür yaşama gayreti içinde olmanın yollarını araştıralım, nefsimizi ramazan ruhuyla yaşamaya ikna edelim.

   Bir yıl ve hatta bir ömür boyunca ramazan ruhuyla yaşamak çok mu zordur acaba? Nefsimiz bizi aldatıyor olmasın. İyisi mi bunu denemeden bir hükme varmanın kesinlikle doğru olmayacağıdır. İlerleyen yaşıma rağmen bu yıl sanırım hemen her gün dört beş saat oruçlu değilmişim gibi tarlada, bağ bahçede çalıştım. Havalar da çoğu günler sıcaktı ve insanı iyi terletiyordu. Ama gelin görün ki bu yorgunluk ve terleme pek fazla bir etki yapmıyordu. Tam aksine insan oruçlu olduğunun farkında olmanın manevi neşesini yaşıyor. Öyle ramazan gelince aman acıkacağım, susayacağım, hasta düşeceğim korkusuyla işleri tamamen paydos edip evde günün yarısını uykuyla geçirmek hiç ama hiç doğru değilmiş. Böyle yapmak korkunun esiri olmaktan başka bir şey değil. Korku ise insanı bir çok güzelliklerden, başarılardan mahrum bırakan en büyük bir tehlike ve ruhi hastalıktır. Yani bu,  insanın kendisini “bu iş olur, ben bu zor sanılanı başarırım, yaparım”  diye ruhen hazırlamasına bağlı. Karar verip sonra Allah’a tevekkül ve itimat edildikten sonra başarılamayacak bir iş yoktur.

   Öyle ise sakin ve kararlı bir şekilde şevval ayının da altı gününü tuttuktan sonra hemen eski kesintisiz yemeler ve içmelere dönmeden kontrollü bir şekilde oruca devam etmek doğru olandır. İlk etapta Rasulullah (asv) Efendimizin haftalık iki gün(Pazartesi, Perşembe) oruçlarına başlanabilir ve bu günlerin orucu sindirip normal bir alışkanlık haline getirilebilir. İnsan bünyesi kodlanma ve ayarlanmaya uygun bir şekilde yaratılmıştır. Zaten oruç severek ihlasla tutulduğunda adeta müthiş bağımlılık yapar.

Yani her ayı ramazan tadında geçirmek öyle çok zor bir iş değildir. Rasulullah(asv) Efendimiz farz olan ramazan orucu dışında da her ay belli günler oruçlu olurmuş. Hatta aile efradı efendimizin başladığı yeni ayın orucunu ay sonuna kadar tutacağını zannederlermiş.

   Yine bu konuda Rasulullah (asv) efendimizin oruç sevdalılarına bir tavsiyesi ise Hz. Davud(as)ın orucudur. Bir gün oruç tutup, bir gün tutmamaya “Davud orucu” denir. Bu ismin veriliş nedeni Hz. Davud’un (as) bu şekilde oruç tutmuş olmasıdır. Bu oruca söz konusu ismi bizzat Hz. Peygamber (sas) vermiş ve faziletini şöyle belirtmiştir: “En faziletli oruç Davud’un tuttuğu oruçtur; o bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı.” (Buhârî, Savm, 56). Yine Hz. Peygamber (sas), “Allah’ın en çok sevdiği oruç Davud Peygamberin orucudur.” (Buhârî, Teheccüd, 7) buyurmuştur.

Mevla bir ömür boyu Ramazan ruhu ile yaşamayı cümlemize nasib etsin. Tuttuğumuz oruçları ve diğer taat ve ibadetlerimizi kabul buyursun. Bu ramazan ve bayramını İslam âleminin uyanışına vesile kılsın. Amin.