İslam, hayatın her alanında vasat ve mutedil olanı tavsiye etmiştir. Aşırılık ibadetlerde dahi hoş görülmemiştir. Hz. Peygamber Efendimiz (sav), bedene meşakkat getirecek şekilde ibadet etmek isteyenlere izin vermemiş, bedenin de insan üzerinde hakkı olduğunu belirtmiştir.

Bugün insanlığın gerek bedenen gerekse ruhen çektiği acıların değişik sebepleri olsa da bedensel hastalıkların çoğunun baş sebebi aşırı yemektir. Aşırı yemek bedene, açgözlülük ve aşırı yeme hırsı da ruha zarar verir.

   Bugün dünyadaki saldırı ve hukuksuzlukların temel sebebi insanın sınır tanımayan arzu ve iştahlarıdır. Sofrada eline ve ağzına sahip olamayıp onlar üzerinde kontrolü sağlayamayan kişinin diğer konularda da hakimiyeti koruyamayacağı bellidir.

  Hz. Mevlana, midesine düşkün kimseler için, “kıblesi sofra olanlar” nitelemesini yapar ve şöyle der:

“Cebrail’in kıblesi Sidre; ârifin kıblesi vuslat nuru; aklın kıblesi hayâl, zahidin kıblesi Allah; tamahkârın kıblesi ise altınla dolu torbadır”.

   Hz. Pir iştah ve arzularına yenik düşenlerin uğradıkları akıbeti ise bir temsili kıssa ile anlatır:

 “Belki işitmişsindir; Hindistan’da bir ârif, dostlarından beş-on kişinin, uzun bir yolculuktan aç vaziyette geldiğini gördü ve onları şöyle ikaz etti: “Muhakkak ki çok açsınız. Fakat ne olursa olsun dostlar; Allah aşkına sakın fil yavrusu yemeyiniz. Şimdi gideceğiniz bu tarafta bir fil yavrusu vardır. Benim öğüdümü candan, gönülden dinleyin de sakın o fil yavrusuna dokunmayın. Çünkü anaları pusuya yatmış, onları gözetlemektedir.

   Öğüt veren kişi bunları söyledikten sonra gitti.

Yolcular o uzun yolda çok acıktılar. Ansızın; yolda yeni doğmuş, semiz bir fil yavrusu gördüler. O fil yavrusunun üstüne azgın kurtlar gibi üşüştüler. Onu kestiler, pişirdiler ve yediler.

   Yol arkadaşlarından birisi, fil yavrusunun etinden yemedi. Arkadaşlarına da yememeleri için öğüt verdi. Çünkü, yolda kendilerine öğüt veren kişinin sözleri onun hatırında idi.

    Fil yavrusunu yiyenlerin hepsi uzanıp yattılar, uykuya daldılar. O aç adam ise, sürüyü bekleyen çoban gibi uyanıktı. Birazdan, birdenbire korkunç bir filin geldiğini gördü. Fil, önce o uyumayan bekçiye doğru koştu. Onun ağzını üç defa kokladı; ağzından filin yavrusunun kokusu gelmiyordu. Bir kaç kere etrafında döndü, dolaştı sonra gitti. Onu incitmedi. Sonra, uyuyanların ağızlarını kokladı. Onların ağızlarından yavrusunun kokusu geliyordu. Fil de hemen onları paraladı, öldürdü.”

   Celaleddin-i Rumi, anlattığı bu hikâyeyi şöyle açıklar:

“Ağzındaki haram lokma kokusu, hileciyi rezil eder.”

“Bizim ağzımızdaki iyi kokular da kötü kokular da göklere yükselmektedir.”

Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyurulur:

“…O’na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da Allah’a amel-i sâlih ulaştırır…” (Fâtır, 10)

“Ey gafil! Sen uyuyorsun; fakat yediğin veya işlediğin bir haramın kokusu, şu gökyüzüne yükselir durur. Senin çirkin, kötü nefeslerinle birlikte o haram kokusu göklere yükselir. Gökyüzünde o kokuları kontrol etmekle vazifelendirilmiş olan meleklere kadar gider.

Kibir kokusu, hırs kokusu, tama’ kokusu, şehvet kokusu, söz söylerken soğan kokusu gibi duyulur. Ağzı kokan kişi;

«Ben, ne zaman soğan yemişim? Ben soğandan da sarımsaktan da titizlikle sakınırım.» diye yemin bile etse; o yemin ederken pis kokan nefesi, onun ayıbını meydana çıkarır ve yanında oturanların burunlarına vurur. Sonunda, o kötü kokular yüzünden, ettiği dualar reddedilir ve gönlün yanlış adım attığını dili ortaya koyar.

Ey gafil insan! Fil yavrusunu yiyen kişiler gibi sen de Allah’ın kullarının etlerini yiyor, yani onları çekiştiriyorsun. Onların bulunmadıkları yerlerde hoşlanmayacakları vasıflarını söylüyor, günaha giriyorsun.

Ey insanlar! Aklınızı başınıza alın; sizin ağzınızı koklayan Allah’tır. Temiz olandan, doğru olandan başka, o muayeneden kim canını kurtarabilir?

Yazıklar olsun o kişiye ki, mezarda onun ağzını koklayacak olan ya Münker’dir veya Nekir!”         (Mesnevî, III/69–158).

Çok yemek, hayvanlara ait bir vasıftır. Melekler ise maddi gıdalarla beslenmezler. O halde çok yiyip hayvanlara benzemek ile az yiyip meleklere benzemek arasında bir tercih yapmalıyız. Ne yazık ki bugün biz Müslümanlar çok yiyoruz. Bu kötü alışkanlığa Hz. Peygamber(sav)den hemen sonra düşüldüğü anlaşılıyor. Hz. Aişe (ra) validemiz şöyle diyor: “Hz. Peygamber’den sonra icat edilen ilk bidat, doyasıya yemek yemektir.” (İmam Gazzali, İhya, 3/86)