Gökten yağan yağmur toprağa ne yaparsa, Allah katından inen ilahi vahiy de insana onu yapar. Vahiy insan fıtratındaki pâk yapıyı bir tohum misali geliştirir, meyveli bir ağaç yapar. Vahyin insan gelişiminde ne kadar etkin olduğunu görmek isteyen saadet asrına baksın. Yarı bedevi bir Arap toplumundan  çok kısa bir zaman zarfında insani değerleri  ruhuna sindirmiş  örnek bir nesil ortaya çıkarmak ancak ilâhi vahyin mucizesi olabilir.

Nübüvvet okulunun öğrencilerinden biri de  Hattab’ın oğlu Ömer’dir. İkinci halife Hz. Ömer (ra)yüklendiği ağır görevin sorumluluğunu hakkıyla idrak edenlerdendi. Merhum Akif,Kenar-ı Dicle’de bir kurt kaparsa koyunu / Gelir de, Adl-i İlâhi Ömer’den sorar onu.” mısralarıyla Hz Ömer’in bulunduğu makamda hissettiği  duyarlığın ne kadar büyük olduğunu dile getirmiştir. Ömer (ra) İslam davası için kaliteli bir kadronun en önemli iş olduğunu iyi biliyordu. İşte O’nun bu konudaki duyarlılığını gösteren bir olay:    

“Uzak yolları aşıp Medine’ye ulaşan görevli elçi, Şam’dan getirdiği   mektubu Halife Ömer'e uzatır. Ömer mescitte bir gurup Müslümanla sohbet etmektedir. Hz. Ömer (ra) mektubu açar; mektuba bakması ile beraber  yüzünde derin bir hüzün ve sıkıntının eserleri belirir. Çevresindekiler bunu fark ederler; konunun ne olduğunu merak edip sorarlar ama bir cevap alamazlar. Ömer hemen kalkar abdest alır ve iki rekat namaz kılar. O, sıkıntı ve üzüntü anlarında alınan abdestle beraber kılınan namazın insanı rahatlattığını biliyordu. Zira müminin namazı onun Mevlası ile hasbihalidir ki mümine tarif edilmez manevi bir rahatlık ve itminan verir.  Halife Ömer’in uzun tuttuğu bu iki rekatlık namazında gözlerinden yaşlar  aktığını görenler acaba Şam’da kötü olan bir şey mi oldu ki Halife bu kadar üzülüyor diye merakla beklerler. Namazını bitiren halife ellerini duaya açar ve ağlamaya devam eder. Duasını bitiren Ömer’e oradakiler sorar: “Ey müminlerin emiri, Şam’dan size ulaşan  mektup neden bu kadar sizi üzdü, Müslümanların aleyhine meydana gelen çok kötü bir durum mu var yoksa?

   Hz. Ömer(ra) arkadaşlarını fazla üzmemek ve merakta bırakmamak için olayı açıklar:

 "Gelen mektup, Şam valisi  Ebu Ubeyde'nin ölüm haberini bildiriyor. Efendimizin (sav); bu Ümmetin en güvenilir insanı olarak ilan ettiği Ebu Ubeyde artık aramızda değil. Ben onun ölümüne değil, bizim onun gibi değerli birinden mahrum kalmamıza üzülüyorum.

    Ebu Ubeyde’nin vefatı Ömer gibi diğer Müslümanları da üzdü elbette. Ama Hz. Ömer onu herkesten daha yakından tanıyor onun idarede ne kadar liyakatli biri olduğunu yakinen biliyordu. Aylar geçmiş Ömer hâlâ bu vefat olayını her hatırladığında üzülüyordu. Bir gün gene mescitte bir gurup Müslümanla oturmuş sohbet ederlerken Hz. Ömer yanındakilere şöyle bir soru yöneltir:

 “-Allah’ın kabul edeceği tek bir dileğiniz olsa, ne isterdiniz?”

Oradakilerden biri: “-Ben, şu oda dolusu gümüşüm olsun da onu Allah yolunda harcamak isterdim!” dedi.

Bir başkası:

“-Şu oda dolusu altınım olsun da onu Allah yolunda harcayayım isterim!” dedi.

Bir diğeri:

“-Bu oda dolusu mücevherim olsa da Allah yolunda harcasam…” dedi.

Herkes dileğini söyledikten sonra oradakiler:

“-Ey Ömer, peki sen ne isterdin?” diye sordular.

Hz. Ömer (ra):

“-Ben de, Ebû Ubeyde bin Cerrah, Muâz bin Cebel ve Huzeyfetü’l-Yemânî gibi bir oda dolusu adam isterim ki, onları, Allah yolunda görevlendireyim” diyerek herkesi duygulandıran arzusunu ifade etti.

Şu fani âlemde Allah yolunun görevlisi olma liyakatine ermek en büyük payedir vesselam.