Şu son birkaç yıldan beri iki önemli tehlike hız kesmeden devam edip büyüyor. Bunlardan ilki ahlâksızlık ve iffetsizlik, diğeri ise Kürt düşmanlığı ekseninde yaygınlaşmaya yüz tutan ırkçılık ve ayrımcılık. Bugün bunların ilki hakkında bir şeyler yazmaya çalışacağız. İkincisini de başka bir yazıya bırakalım.

    Gün geçmiyor ki İslami, manevi değerlerimize direk veya dolaylı bir saldırı yaşanmasın. Yapılmak istenen, manevi değerleri zayıflatarak insanları sürüleştirmek ve toplumu güdülebilir bir şekle sokmaktır. Medyayı ellerinde bulunduran güçler bazen değişik adlar arkasına sığınmak, bazen de mevcut bazı yasaların günah ve iffetsizliği korumasından yararlanmak suretiyle bu işi pervasızca yapmaktadırlar. Televizyon ekranlarında gösterilen dizi ve programlar kötü örnek oluşturma ve ahlâk dışı davranışları özendirme konusunda hayli rahatsız edici bir noktaya ulaşmış bulunmaktadır. Öyle ki, artık bu çirkef hal ve hareketler normalmiş gibi gösterilmektedir.

   Şimdi toplumun yapısına musallat olan bu tür ahlâksızlıklara engel olmak devletin görevi midir? Evet devletin görevidir. Peki devlet bu görevini yapıyor mu? Yok yapmıyor. O halde devlete bu görevini niçin yapmadığını hatırlatmak bizim görevimiz değil mi? Evet. O halde biz de görevimizi yapmıyoruz. Hayat damarları kesilen, temelleri dinamitlenen toplumsal yapıyı bu edepsizlerin elinden kim kurtaracak peki? Bir toplumun bütün bu olup bitenlere rağmen hiçbir şey yokmuş gibi sessiz kalmasına ne deriz, bu durumu nasıl izah edebiliriz?   

      Peki suskun seyirciler olan bizler, yaşanan acılara, işlenen yanlışlara ses çıkarmadığımızdan dolayı onları kabullenmiş olmuyor muyuz? Evet. Eski bir sözdür: ‘Es-sukut minel iqrar’ Sükût ikrardandır. Veya ‘zulme rıza zulümdür’ Kısacası bu zehir zemberek olayların tohumları saçılırken bizler “Durun hele, ne yapıyorsunuz, ektiğiniz bu dikenler yarın umumi yolumuzu kapatacak, elimize ayağımıza batıp vücudumuzu kanatacak, ne hakkınız var bunu yapmaya, neden bunu yapıyorsunuz?” dedik mi? Maalesef hayır. Ve şunu unutmayalım ki midemizi bulandıran bu iğrenç olaylara ses çıkarılmaması, en az sergilenen bu çirkef olaylar kadar kötü bir durumdur.  

   Sergilenen şu iğrençliğe bakın bir. Geldiğimiz noktaya bir bakın da tehlikenin ne kadar büyük olduğunu anlayın: Çocuğunun kocasından değil komşusundan olduğunu gösteren DNA testini sevinçle karşılayan bir yaratık. Bu yaratıktan kâr elde etmek maksadıyla olayı ekranına taşıyan başka bir yaratık. Olaya seyirci kalan ilgili yetkili kurumlar.. Hangisine ne diyeceksin? Balık sadece baştan değil, baştan kuyruğa kadar kokmuş da haberimiz yokmuş.

   Yaşanan bu yüz kızartıcı, ahlâksız olaylar birden ortaya çıkmadı tabi. Bunun uzunca bir evveliyatı oldu. Yıllar önce yenilik ve teknoloji kapısından giren bu ahlâksızlık ve iffetsizlik şimdi yasal güvencelerle meşruiyet kazanma safhasında. Şairin değişiyle “Taşlar bağlanmış, köpekler serbest

   Kötünün, menfinin, olumsuzun, çirkinin, ahlâkdışının son gaz reklamı yapılıyor. Daha garibi ise bunu yapanlar kendilerini “muhafazakâr” olarak nitelendirebiliyor. Muhafazakar dindar bir hükümetin iktidarında oluyor bütün bunlar. Gel de ayıkla pirincin taşını. Ülkeyi bölmeye çalışan teröre karşı çok büyük bedeller ödeyen hükümet, ülkeyi ve toplumu temelden yıkıp yok edecek ahlâksızlık ve iffetsizliği neden yasaların güvencesinde koruma altına alıyor? Yoksa ahlâksızlığın ekonomiye bir faydası mı var; ne kerameti var bu illetin?

Ayağına battıysa bir diken

Sensin onu o yola diken

(Seyda)

Bu cihan dağdır, bizim yaptıklarımız ses. Seslerin aksi yine bizim semtimize gelir.

(Rumî)