En son söylemem gerekeni en başta ifade edeyim:  Mehmet Yavuz efsane bir davanın efsane bir neferiydi. Onun hakkında şöyle bir siyasiydi, böyle bir eğitimciydi demek yerine, ‘O, inandığı  hak davasının gerçek bir havarisiydi’ demek daha doğru geliyor bana.

   Onu üniversitede okuduğu yıllarda tanıdım. Ailesinden aldığı asil terbiyenin, saygı ve nezaketin etkisi yüzüne aksetmişti. Nurani  yüzünde açan bahar çiçekleri gibi  gülümsemesi insanın içine  bir güven ve ferahlık veriyordu. Samimiyetin, iman ve azmin ete kemiğe bürünmüş haliydi Mehmet Yavuz.

   Gıyabımda ‘Şeyhim’, karşılaştığımızda da ‘Hocam’ ya da  ‘Seydam’ diye hitap ederdi bana. Onun  olduğu mecliste olmak demek, asıl gündemle ilgili sorulara muhatap olmak demekti. Hangi mahallede hangi okul ve sınıfta  hangi genç insanla ilgilendiğinin, kat edilen mesafenin ne olduğunu anlatır ve ulaşılan merhalede karşılaşılan sorunların etüdünü yapardık onunla. Bazı İslami kesimlerin boş gündemlerinin, kendi aralarındaki anlaşmazlıklarının anlamsızlığından hayıfla söz eder, ümmeti parçalayan tefrikanın   hüznünü paylaşırdık.

   Güçlü bir hafızaya sahip zeki biriydi. Hitabeti ve ikna gücü harikaydı. Edep ve ağırbaşlılığına halel getirmeyecek ölçüde , neşelendiren ama aynı zamanda  düşündüren anlamlı hoş  espriler yapardı. Merhum babasından aldığı Kur’an aşkıyla  her gün mutlaka o güzel sedasıyla Kur’an okurdu. Orta seviyedeki Arapça bilgisiyle ayetlerin anlamlarına aşinalığı vardı. Bir  konu ve gündem üzerinde konuşulduğunda onunla  ilgili ayetleri zikreder, ezberlediği hikmetli sözler ve özellikle konuya renk katan, derin anlamlar taşıyan divan edebiyatının beyitlerinden de okurdu. Kısacası o, edepli bir edip, çağlayanlar gibi coşan bir hatipti.   

   Başkalarıyla ilgili değerlendirmelerinde çok insaflı ve adil davranırdı. Kısır çekişmeleri sevmez,  hizipçiliğin  olumsuz taraflarından uzak kalmayı tercih ederdi. Aldığı aile terbiyesi ona her yaş ve düşünceden insan ile en uygun bir tarzda konuşmayı ve olumlu iletişim kurmayı  öğretmişti. Sözlü kelamı yanında beden dilini de çok iyi kullanan biriydi. Onu etkin bir hatip yapan gerçek neden ise pâk kalbindeki samimi imanıydı. O, bilinen anlamıyla siyasi bir dile sahip değildi. Nabza göre şerbet vermeye tenezzül etmeyecek kadar onurlu ve iffetliydi.

   Mehmet Yavuz İslam davasının aziz bir neferi olduktan sonra, o da diğer kardeşleri gibi haksız ithamlara, iftira ve hakaretlere uğradı. Camide Kur’an dersi verdiği için takibe uğradı ve en son karanlık düzenin paralel kirli elleri tarafından yakalanarak yargılandı ve cezaevine kondu.

   2000 yılının soğuk Şubat ayıydı. Dondurucu bir soğuk vardı. Yağan yoğun kar bir haftaya kadar buzlaşmış bütün yolları kapatmıştı. Buzlar eridiğinde karanlık eller o masum canların evlerine  operasyona başlamıştı. Yakalanan binlerce masum insan işkencelerden geçti. İnsanlık dışı işkencelerde  yüzlerce kişi sağlığını yitirdi. Mehmet Yavuz da onlardan biriydi.

   Biz gözaltındayken, işkenceciler  arananların adlarını tek tek sayıyor ve bunları tanıyor musun diye soruyorlardı. Sorulanlardan biri de Mehmet Yavuz’du.  Savcılığa çıkarıldığımızda salınacağını tahmin ettiğim birinin kulağına ‘Şu şu kişiler aranıyorlar onlara haber edersiniz’  diye fısıldadım.

   Ama ilahi takdir vaki oldu. Bir hafta sonra Yavuz da Malatya cezaevine yanımıza geldi.  Onun katkılarıyla koğuş bir okula dönüştü. Sanki onuncu koğuşa bir güneş doğmuştu. Onun o hep gülümseyen yüzü bizleri de gülümsetmeye başlamıştı. Yavuz, cezaevi sürecinden sonra başladığı eğitim faaliyetlerinden bir süre sonra HÜDA PAR saflarında yer aldı. Kısa zamanda gösterdiği çaba ve gayretlerini  herkes teslim ediyordu. Ondan umutluyduk. İlerleyen süreçte çok güzel gelişmelerin olacağını umuyorduk. HÜDA PAR ona, o da HÜDA PAR’a çok yakıştı; ama ilahi takdirin hesabı öne geçti. Mevlamız onu sıkıntı ve hastalıklarla temizledikten sonra katına aldı. Kadere iman etmiş kişiler olarak buna elbette itirazımız olamaz. Mevlâmız o azizimizi bağışlasın, Firdevs cennetine koysun ve bizlere onun gibi yiğitler bahşetsin inşallah.