Dün akşam saatlerinde Yenikapı Metro İstasyonu`nun girişinden hızla içeri girdim. Marmaray üzerinden aktarma yaparak Kartal istikametine giden trene yetişmem gerekiyordu. Merdivenleri aceleyle indim. Zemin kata varmıştım, gideceğim istikamete döndüğümde treni durakta yolcu alıyor gördüm. Yetişmek için koştum; kapama sinyali yanmaya başlamıştı, ama kapının her iki kanadının birbirine yetişmesine elimle müdahale ederek içeri girmeyi başardım.

Nefes nefese kalmıştım ama; sonunda trene binmeyi başarmıştım. Eh, bu yaşta böylesi bir performans kötü sayılmazdı. Metrodaki yürüyen merdivenlerden aşağıya inerken bile adım atmaktan aciz zamane gençlerini görünce kendimi daha genç hissediyorum. Yürümez, gülmez, konuşmaz, utanmaz bir nesil tehlikesi ile karşı karşıyayız gerçekten. Allah encamımızı hayır eylesin.

İçeri girmesine girdim fakat oturacak bir yer bulamadım. Yoğun bir kalabalık vardı. Neredeyse yolcuların üçte ikisi ayaktaydı. Oturan genç delikanlılardan birinin kalkıp yer vermesini beklemiyordum. Çünkü yaşlılara yer verme nezaketinde bulunma duyarlılığı neredeyse tarih olmuş.

Bu şehre geldiğim ilk yılları hatırlıyorum. Benden birkaç yaş büyük olanlara bile kalkıp yer veriyordum. Başkasına yerimi verince manevi bir haz alıyordum. Aradan on dört yıl geçtikten sonra işlerin hayli değiştiğini görüyorum. Bir müzik parçasının o meşhur ifadesiyle ‘O eski halimden eser yok şimdi`. Bu duyarlılığımın azalmış olmasına üzülüyorum elbette. Ama bu duyarlılığın verdiği mutluluğu hiç tatmamış şimdiki gençlere daha çok üzülüyorum. Başında dikilen hasta yaşlıya bile duyarsız kalan bu gençlerimizin ‘terbiyesiz ve saygısız` duruma düşmelerinden daha çok, bu duyguyu alacakları bir ortamdan mahrum büyümüş olmalarına üzülüyorum.

Konuyu fazla dağıtmadan asıl anlatmak istediğime geleyim.  Tren kapısından içeri girer girmez metro gibi bir yerde hiç rastlamadığım bir manzara ile karşılaştım. Beş kişilik bir gurup yabancı turist, ayakta bir daire çizmişler ve kahkahalarla gülüyorlardı.

Karşılaştığım bu manzaraya yabancı değildim. Evet, bu manzarayı çocukluk yıllarımdan tanıyorum. Doğup büyüdüğüm yer tarihi bir köydü. Köyümüzün çevresindeki tarihi eserleri görmeye gelen Avrupalı turistlerin genel anlamda davranış şekillerine aşinalığım vardı. Bunların kahkaha ile gülmeleri meşhurdur. Trendeki bu olay, bana o eski günlerimi hatırlattığı için sevindim ve doğrusu biraz da zevkle seyrettim bu olayı.

Ancak vagondaki yolcuların tavırları farklıydı. Çoğu cep telefonlarına kapanmış yolcuların, bu gurubun attığı kahkahalardan hiş hoşlanmadığı belliydi. Arada bir asık suratlarıyla guruba bakıp duranlar da vardı. ‘Bu gavurlar neden ve neye güler ki?` tavrı herkesin bakışlarından seziliyordu. Neyse ki, çok geçmeden gurup Üsküdar durağında trenden indi.

Gurubun vagonu terk etmesinden sonra yüzlerdeki o asıklık azaldı ve hatta bazıları giden gurubun ardından müstehzi tavırlarla gülümsemeye başladı. Bu gülümseyenler arasından yakınımda duran biriyle göz göze gelince, ben de gülümsedim ve ‘bu gavurlar niye böyle güler ki?` diye sordum.

Adam gülerek, ‘Abi ne bileyim, manyak ya bunlar. Dillerini de anlamıyoruz; belki de Türklerle alay ediyorlardı.` dedi.

Evet bu adamların bizim gibi üç beş çocuğu yok. Çocuklarının istikballerini düşünmek gibi bir dertleri yok. Belki evli bile değiller. Zaten birçok Avrupa ülkesinde evlilik oranı bir hayli düşük. İhtiyar anne babalarını, kardeşlerini, yeğenlerini, amca ve dayılarını da düşünmezler. İşin dış görünüşüne bakınca gülen bu insanların mutlu olduğu sanılabilir; ama değil. Rahatmış gibi görünüyorlar ama bu sadece görüntüden ibaret bir rahatlık.

Çok tüketmek ve tüketilen malların marka değişiklikleri ile kişilikleri farklılaştırmak, aldatıcı bir doyum ve mutluluk görüntüsü verir. Ama içten içe, herkes mutsuz, korkak ve acı içindedir.

Avrupa medeniyeti Allah`a ve ahirete iman gibi ruhu tatmin eden değerlerin yerine başka şeyler koydu. Eğlence, müzik, spor, gezi ve bu türden gülüp eğlenmelerin ruhun acılarını dindireceğine inanıldı. Ama iman boşluğunun yerini hiçbir şey dolduramadı. Bugün Avrupa insanı, onca refaha ve neredeyse her istediğini yapma özgürlüğüne(!) sahip olmasına rağmen mutlu değildir. 

Ve maalesef Müslüman bir ülke olan Türkiye`de gençliğin ve ailenin hali çok vahim… Her gün artarak devam eden boşanmalar ürkütüyor. Hayata küsmüş, çevresindeki olup bitene kayıtsız, başkalarının acılarını paylaşmayan, tahammülsüz, bencil bir nesil yetişiyor.

Acil çareler bulmak lazım. İstikbalimiz gerçekten tehlikede. İslami duyarlılığa sahip cemaat ve çevrelerin geleceğimizi tehdit eden bu yangını söndürmek için acilen seferberlik ilan etmeleri lazım.