Türkiye`de  din ve devletin bir arada olmaları halk nezdinde hiçbir zaman bir sorun teşkil etmemiştir. Çünkü bu halkın tarihi geleneğinde,  dine saygılı devlet  kültürü hep var olmuştur. Halk, devletin adil, onu idare edenlerin de merhametli ve dindar şahsiyetler olmalarını arzu eder ve  yönetimin başında hep öylelerini görmek ister. Bu mazlum halk, zalim, kibirli ve dine lakayt yönetici profilini de hiç sevmez. ‘ Mağrur olma  padişahım senden büyük Allah var` öğüdü her dönemde saltanat süren hükümdarlara  bir şekilde  hatırlatılmıştır.

Bununla beraber Anadolu halkının tarihinde zalim sultan ve iktidarına başkaldırı kültürü de  yok gibidir. Başındaki  idareciyi zalim  gören halk, sabırla buna katlanır  ama  bedduasını da eksik etmez. Dini değerlere aykırı davranmış, zulme sapmış yöneticileri ‘gavur paşa` ‘hınzır paşa` lakaplarıyla anmıştır hep. Halkımızın dine saygılı devlet  ve dindar yönetici görmek istediklerinin en somut örneği, çok partili dönemden sonra yapılmış  seçimlerdir. Halk, dindarlığa saygılı parti ve liderleri iktidara taşımış, CHP gibi din düşmanı partileri de hep muhalefette bırakmıştır.

Üstad Bediüzzaman bu sosyolojik vakıaya   ta bir asır önce dikkat çekmiş. Üstad 1922`de Ankara`ya gelir. Mecliste gördüğü manzaradan pek hoşnut kalmaz. Bu duruma müdahale eder ve on maddelik bir beyanname hazırlayıp milletvekillerine dağıtır. Beyannamedeki bir madde de şöyle der:

‘Bu fakirin, bir meselede on sözünü, birkaç nasihatini dinlemenizi rica ediyorum` cümlesiyle başlayan beyannamenin dördüncü maddesinde şunları söyler:

‘Bu millet-i İslam`ın cemaatleri, her ne kadar bir cemaat namazsız kalsa, hatta fasık da olsa, yine başlarındakini mütedeyyin görmek ister. Hatta umum Kürdistan`da, umum memurlara dair en evvel sordukları sual bu imiş: ‘Acaba namaz kılıyor mu? derler. Namaz kılarsa, mutlak emniyet ederler, kılmazsa, ne kadar muktedir olsa, nazarlarında müttehemdir. (şüphe ile bakılır, güvenilmez)

Bir zaman Beytüşşebap aşairinde isyan vardı. Ben gittim sordum:

‘Sebep nedir?`

Dediler ki:

‘Kaymakamımız namaz kılmıyordu; öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz.` Halbuki, bu sözü söyleyenler de, namazsız, hem de eşkıya idiler.`

Eşkıyasının bile devleti ve görevlisini dindar görmek istediği  bir memleketi idare edenlerin hem çok dikkat etmeleri, hem de çok şükür etmeleri gerekmez mi?

Dinin devletle ilişkisi elbette olmalıdır. Din`in insanlığa sunduğu evrensel değerlerin, ilâhi yasaların devletçe uygulanmasında kimin ne zararı olur? Çalmayı, sömürüyü, hakkı olmayanı istememeyi, muhtaca el uzatıp yardım etmeyi, herkese adil davranmayı öngören İslami değerlerin hukuki yasalar şeklinde tatbik edilmesinin ne mahzuru olabilir? İslam`ın şiddetle emrettiği birlik-beraberlik, adalet ve özgürlük gibi değerler, dine saygılı devlet olmadan nasıl tesis edilebilir, toplumsal hayatı tehdit eden zararlı işlerden nasıl korunabilir?

İslam alimleri, Müslümanların bir devlete sahip olmalarının dini bir vecibe olduğunu ifade etmişlerdir. Çünkü  ilahî emirlerin bazıları devlet olmadan ikame edilemezler. ‘Bir farzın edası için lazım olan şey de  farz olur` mealinde bir  kaide de vazedilmiştir.

Hasılı Müslüman bir toplumda devletin yapısı Kur`an`daki ayetlere hakim ruh ve düşünceye uygun biçimde şekillenmelidir. İslami bir toplumun,  İslami bir şahsiyet ve karaktere sahip bir bireyin oluşması için devletin bu özellikte olması kaçınılmaz bir zarurettir. Geminin yol alması için su ne ise, Müslüman birey ve toplumun oluşması için  ‘İslamî yönetim` de odur. İslam`ı hayattan ayırmak, çocuğu annesinden ayırmak kadar yanlış ve zalimane bir iştir.