Ekonomiden anlayanlar haklı olarak soruyorlar; bir biri ile bu kadar tezat teşkil eden ekonomi politikaları, bu kadar kısa süre içerisinde hayata geçirilebilir mi? Aklen, ilmen, pratik hayat tecrübelerine, ülkenin ekonomik şartlarına ve halkın kültürel ve inanç değerlerine göre böyle bir şeyin olması mümkün değildir normalde. Ama biz bunu Türkiye’de yapıyoruz. Ya da yaptığımızı sanıyoruz.
Uygulama sırasında ortaya çıkan sonuçlar, yükselen enflasyon, halkın sırtına binen ekonomik yük, artan borç miktarı ve üretim-istihdam ilişkisi içerisinde ortaya çıkan sonuç gibi kıstaslar üzerinden bakıldığında bu zikzakların mimarlarının hangi gerekçelerle ülkeyi bu hale getirdiklerini ciddi anlamda sorgulamak durumundayız.
Biz sorguluyoruz, halk da sorguluyor. Zira son iki üç yıl içerisinde uygulanan yanlış ve çelişkili ekonomi politikalarının ağır faturası sabit ve dar gelirli vatandaşa ödettiriliyor. Bu, çok ağır bir yük oldu. Zengini devasa bir şekilde zenginleştiren, fakir, dar gelirli ve sabit gelirliyi ise yoksullaştırarak belini büken mevcut durumun bahanelerle izah edilmeye çalışılması vicdani değildir.
Evet bir deprem yaşadık. Bir pandemi süreci oldu. Ama ikisinin de ağır faturası, kur korumalı mevduat uygulamasının halka yüklediği fatura kadar olmadı. Doların hegemonyasından kurtulmak bahanesiyle paranın TL’de tutulması ve bu paranın hazineye devredilerek değer kaybının vatandaşa mal edilmesi stratejisi açıktır ki zengini daha fazla zengin etti. Fakiri, dar gelirliyi ve orta sınıfı da bitirdi. Bu sonucun öngörülmemesi ise ayrı bir garabet ve trajikomik bir durumdur. Bunun öngörülmediğine ben asla inanmam.
Şu anda Türkiye’de ekonomi politikasının ne memlekete ne halka ne dar gelirliye kazandıran bir getirisi yoktur. Her geçen gün yükü daha da ağırlaştırmaktadır. Sadece zengini kayıran, onu daha da zenginleştiren bir politikadır. Hükümetin ise bir kaybı yoktur. Bu durum sürdürülebilir bir politika değildir. Yükselen faiz, döviz kurları, halkın yoksullaşması, TL’nin değer kaybetmesinin devlet açısından bir anlamı yoktur. Zira ekonomi uzman(!)larımız kağıt üzerinden çok ince ayarlamalarla formülize ediyorlar zaten. Halktan alınıp hazineye, hazineden zengine, sermaye sahiplerine ve özellikle de bankalara kanalize edilen bir para var. Hükümet açısından bir risk söz konusu değildir. Her ihtiyaç duyulduğunda yeni bir ek bütçe ve ek vergilerle denge muhafaza ediliyor nasıl olsa.
Hükümet israftan vazgeçmiyor. Fakirden alıp zengine vermeye devam ediyor. Faiz ayarlaması ise aynı şekilde sadece zengini daha fazla zengin eden bir Ali-Cengiz oyunu. Faizin yükselmesi mi düşmesi mi ülke menfaatinedir hala buna bile karar verilmedi.
Bu noktadan sonra dengeli politika ve adaletin ikamesi adına ivedilikle;
Kur korumalı mevduat politikasından vazgeçilmeli, ülke kaynaklarının zenginlere akmasının önü alınmalıdır.
Yükselen enflasyon oranında işçi, memur, emekli ve asgari ücretlinin maaşları güncellenmeli ve enflasyon oranlarının altında bırakılmamalıdır.
Çok sıkı tasarruf tedbirleri uygulanmalı, denetlenmeli ve sonuçları halkla paylaşılmalıdır.
Kamu ihale mevzuatı ve uygulaması bu tasarruf tedbirleri doğrultusunda gözden geçirilmeli, davetiye usulü ile dağıtılan işler, tekrar ihale usulüne çevrilerek kamunun zarara uğratılması önlenmelidir.