İki Maraş depreminin üzerinden 15-16 gün geçti. Her şeyi yıkıp geçen ve on binlerce canımıza neden olan afetin sıcaklığı geçti gibi. Yavaş yavaş bizi bekleyen işlerin ağırlığını hissetmeye başladık. Adıyaman, Maraş, Hatay, Nurdağı, Islahiye, Türkoğlu gibi şehirlerin neredeyse yok olması ile sonuçlanan deprem, Türkiye’nin en önemli sorunlarının başında deprem ve bir türlü buna hazır hale gelememe realitesi olduğunu bir kez daha ortaya çıkardı.

Yine bu deprem ile kendisini iyice hissettiren iki hakikatimizin daha altını çizmek istiyorum: Evet, afet durumlarında yardımlaşma ve kaynaşma anlamında dünyada eşi neredeyse olmayan bir toplum olduğumuz bir kez daha kendini iyice hissettirdi. Hiçbir farklılığa takılmadan, doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine herkes büyük fedakarlıklar da yaparak hem malı ile hem bedeni ile büyük bir fedakarlık içerisine girerek kardeşliğin gereğini yerine getirdi. Ancak bizim, afet anları ve hemen sonrasındaki sıcak anlarda ortaya koyduğumuz fedakarlık ile birlikte aynı zamanda bu afetlerin bir kez daha yaşanmaması için alınan tedbirlerle de temayüz etmemiz lazım. Duyarlılık, afet anları ile sınırlı kalmaktadır. Bu afetlerin bir daha yaşanmaması için ise yine dünyada eşi az bulunan bir duyarsızlık, acıları erken unutma ve hiç yaşanmamış gibi davranma şeklinde bir özelliğimiz vardır.

Türkiye’deki hükümetlerin bu afetlere, özellikle depremlere karşı duruşları, yine bize has bir durum olsa gerek. Deprem anlarında ve sonrasında büyük bir özveri ortaya konulur. Devlet imkanları harekete geçirilir ve hamaset duygularında büyük bir patlama yaşanır. Ancak harekete geçen bu dinamizm yine o günler ile sınırlı kalır. Depremin defalarca yaşandığı yerlerde her seferinde aynı yıkımlar aynı can kayıpları ve aynı acılar bir kez daha yaşanır. Hamasi duygular, yardımlaşma ve kaynaşma hassasiyeti kalıcı tedbirlere dönüşmez. Anı veya bir sonraki seçimlere kadar ki süreci kurtarma ile sınırlı palyatif tedbirler şeklinde sürer gider.

Oysa son depremler de gösterdi ki fay hattında olma veya olmama şeklinde Türkiye’de bir kategorize artık yapılamaz. 81 il de aslında deprem kuşağında sayılır. İmar yasası başta olmak üzere birçok düzenleme, Japonya’da olduğu gibi her an yaşanması muhtemel deprem realitesine göre düzenlenmeli, bu düzenlemeler hükümetlerin inisiyatifine bırakılmamalı ve anayasal güvence altına alınmalıdır. Dikey mimariden yatay mimariye en kısa zamanda geçilmeli, beton ve demir yerine alternatif arayışları başlamalıdır. Japonya’da 300 yıl dayanıklı, 7 günde kurulabilen ve sadece 2 bin dolara mal olan bir imar sisteminin artık uygulandığını hatırlatmakta fayda görüyorum.

Sonuçta alınacak en ileri teknoloji imar projeleri de elbette ki Allah’ın takdirinin önüne geçemez. Bu gerçeğin de hiçbir zaman unutulmaması gerekir. Ancak tedbir alınmadan tevekkül edilemeyeceğini bilen bir toplumuz.

Allah, bu acıları bir kez daha bize yaşatmasın kavli duasını artık fiili olan ile buluşturmanın zamanı gelmiştir.