Geçtiğimiz hafta sonu Bosna Hersek’te seçimler vardı. Şimdiye kadar genelde Aliya İzzetbegoviç’in partisi olan STA (Demokratik Eylem Partisi) partisi kazanır, cumhurbaşkanları da hep bu gelenekten gelen siyasetçilerden seçilirdi. Ama bu seçimlerde gelenek bozuldu ve Sosyal Demokrat Denis Beciroviç cumhurbaşkanlığını kazandı. Boşnaklar için bu durum içler acısı bir sonuçtur elbette. Aliya’nın siyaset geleneğinin maruz kaldığı bu sonuç, ödenen o kadar bedelden sonra çok üzücü bir durum.

Aliya’dan sonra oğlu Bakir, uzun süre iş başında kaldı. Ancak onun hakkında var olan iddialar da yabana atılır şeyler değildir. Onun hakkında oluşturulan algı, yolsuzluklar, mafyavari ilişkiler ve diğer iddiaların doğruluğunu veya yanlışlığını tartışmıyoruz elbette. Ancak Bosna’nın da diğer İslam ülkelerinin akıbetine uğraması mutlaka görülmesi ve değerlendirilmesi gereken bir durum.

Türkiye’de, Sudan’da, Tunus’ta, İran’da ve diğer ülkelerde İslami gelenekten gelen liderlerin veya partilerin ellerinin zayıflaması, toplumun beklentilerini karşılayamamaları, temel insan hakları, özgürlükler ve adaletin ikamesi hususunda artık itici hale gelmeleri bir tesadüf olmasa gerek.

İslami kimlik merkezli siyaset yapanlar mı İslam medeniyetinin evrensel ilkelerinden uzaklaşıyor yoksa toplum mu değişip dönüşüyor ve artık küreselleşen dünyanın dayattığı liberal yaşam tarzı dışında bir hayatı taşıyamayacak noktaya mı gelmiştir?

Bu fotoğrafı doğru okuyabilmek için soruları çoğaltacak olursak;

Müslüman siyasetçilerin dünyadaki değişimi okuyamaması ve buna göre konumlanamaması, bu özgürlük ortamında İslam medeniyetinin zamana uyarlanmasının becerilememesi mi yaşananlar?

Bunu küresel aklın genel anlamda bir operasyonu olarak değerlendirip kendimizi ikna etme kolaycılığına mı kaçalım? Ne şekilde düşünürsek düşünelim, gelinen noktada reel politiği okuyamama gibi bir durum ile karşı karşıya olduğumuzu görmek zorundayız.

Şu bir gerçek ki; Müslümanlar güç ve iktidar safhasını yönetmekte başarılı değildir. Yaşananların ortaya çıkardığı en önemli hakikat budur. Adalet, ancak güç ve kudret sahibi olunduğu zaman ikame edildiğinde anlam kazanır. Güç ve kudret sahibi olmayanların adaletten söz etmeleri çok anlam ifade etmiyor. Çünkü henüz bu imtihan ile denenmiş değillerdir.

Asr-ı Saadetin henüz Resulullah (sav) hayatta olduğu dönem ile Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer dönemlerinin yanı sıra Endülüs’ün belli bazı dönemlerini istisna edecek olursak genel olarak iktidara gelen Müslümanların ehliyet ve liyakat gibi bir dert taşımamaları en büyük handikap olmuştur. İktidarın bekası ve gücün devamı derdi, çoğunlukla adaletin ikamesinin önüne geçti. Belki de en büyük sorun bu.

Günümüzde dünya toplumlarının geldiği noktada; İslam ümmeti belki de kendi tarihi boyunca yaşadığı en olumsuz dönemini yaşamasının yanı sıra insanlık da aynı şekilde insanlığa, adalete, temel insan hakları ve meşru özgürlüklere en fazla muhtaç olduğu dönemi yaşamaktadır.