Türkiye’de resmi anlamda 5 milyon, gayrı resmi olarak ise yani kayıt dışı olanlarla birlikte 7-8 milyon civarında mülteci var malum. Türkiye nüfusuna kıyas edildiğinde elbette çok büyük bir rakama tekabül ediyor bu durum. Türkiye nüfusunun yaklaşık %8-10’una karşılık gelen bu rakam, sanırım dünyada bir tek bizde vardır. İnsanlık anlamında, kardeşlik, yardımlaşma, dünya Müslümanlarına sahip çıkma anlamında bu, iftihar edilecek bir durum. Meseleye aslında daha çok da bu cihetten yaklaşılmalıdır.
Öte taraftan; bu durum ülkenin geleceği, maddi külfet, demografik yapı, istikrarın tehlikeye girmesi ve diğer birçok cihetten de aslında risk anlamındadır. Ülkeyi karıştırmak isteyen iç ve dış düşmanlar için her zaman yumuşak bir karın, potansiyel bir tehdit zemini ve kontrol edilmesi güç bir saha olarak karşımızda duruyor. Toplumları kucaklayan, büyük güç olmanın önemli bir göstergesi olması ve güven verme anlamında da önemli bir kıstas. Ancak elbette meseleye hamasi açıdan bakmak, geleceği hesaplamamak ve olumsuzlukları öngörmemek gibi bir duruma da düşülmemelidir.
Türkiye’de bir mülteci sorunu vardır. Böyle büyük sorunlara yönelik ciddi, elle tutulur, uygulanabilir, ahlaki, insani ve çözüm olabilecek bir politikanın olması da elbette ki kaçınılmazdır. İşte bizim ülke olarak böyle bir sorunumuz vardır. Türkiye’nin bu anlamda bir mülteci politikası yoktur. Yetkililerimiz her ne kadar kabul etmiyorlarsa da bu, realiteyi değiştirmiyor. Ülkede bu anlamda bir politika olmadığı içindir ki birileri devamlı olarak bu hassas mevzuyu suiistimal ediyor, siyasi, politik ve ekonomik rant devşirmeye çalışıyor ve bütün memleketin huzurunu, istikrarını ve geleceğini tehlikeye atabiliyor.
Bugün ırkçı, kafatasçı bazı zihniyetliler ile birlikte yeni kurulan bazı siyasi partiler ve de daha başka bazı mihraklar mülteci konusunu tehlikeli bir şekilde gündemleştiriyor, kin ve nefret oluşturan söylemler geliştiriyor ve tehlikeli bir zemin inşa etmeye çalışıyorlar. İnsanlık ve ahlaktan yoksun bu mihraklara toplum olarak pabuç bırakılmamalıdır.
Elbette ki mülteciler ister Suriyeli, ister Afgan, ister Doğu Türkistan’dan veya başka uyruktan kardeşlerimiz olsun ebediyen bizde kalmak üzere gelmediler. Kendi memleketlerinde canları, malları, çocukları, inanç, kültür ve değerleri saldırılar altında kaldığı için muhacir oldular. Bunlar bir gün geri dönmek üzere geldiler yani. Ancak şartlar oluşturulmadan, dönüş yolları emniyet altına alınmadan ve memleketlerinde bir düzen, bir dirlik kurulmadan onları göndermek, bile bile ölüme yollamaktır. Buna ne inancımız, ne insanlığımız ve ne de kültürümüz izin vermez.
Mülteciler için misafirlik süresinin uzaması hem kendileri hem de onlara kucak açan toplumlar için de aslında büyük kültürel, ahlaki ve etnik riskler taşımaktadır. Dünyanın sorunlu bölgelerinden buraya gelen bu insanların geri dönüşü için Türkiye’nin yapacağı çok şey vardır. Belli bir politika doğrultusunda bu sorunlu bölgelerde dirlik ve düzenin sağlanması için çok etkili çalışmalar yapılabilir. En fazla mülteci gönderen Suriye için örneğin, sonuç alıcı bir politika içine girilmelidir. Türkiye artık bu adımları atmalı ve komşusunun istikrara kavuşması için üzerine düşeni yapmalıdır. Aynı şey Doğu Türkistan için de, Afganistan için de yapılabilir. Mültecilerin gönderilmesi için yapılabilecek belki de tek şey budur.
Öte taraftan mültecilerin hem ülke içi toplumsal mühendislikler, hem Avrupa, Suriye, Çin, Mısır veya Afganistan gibi dış ülkelere karşı örneğin, koz olarak kullanılmaları, suiistimal edilmeleri veya bazı ülkelerin demografik yapılarının değiştirilmesinde kullanılmaları ise asla insani değildir. Hiç kimse böyle bir şeye tevessül etmemelidir.