Ekonomi halkın gündemi olmaya devam ediyor. En önemli sorunumuz hayat pahalılığıdır. Kimin ağzını açarsanız, aynı şeyi konuşuyor. Söylem, şikâyet, eleştiri ve haklı sitemler, bir birine çok yakın. Hedefte hükümet var doğal olarak. Hükümetin hedefinde de başkası. Pandemi, küresel kriz, kış şartları ve dış güçler.
Suçlamalar, eleştiriler, hükümetin savunmaları, suçu başkasında araması ve her gün yenisini ekleyerek hayata geçirmeye çalıştığı ekonomi paketleri, yeni stratejiler, yeni görevden almalar ve yeni yeni atamalar ... Evet, bunların hiç biri yaraya derman olmuyor. Hatta bütün bunların her biri, derman olmaktan ziyade yaraya biraz daha cerahat katıyor. İstikrarsızlık değirmenine su taşıyor ve fakirin sırtındaki yükü biraz daha ağırlaştırıyor.
Bütün bu yaşadıklarımız ve ekonominin geldiği nokta aslında kestirmeden ve dümdüz ifade edilecekse eğer; küresel finans sistemine adapte olmanın kaçınılmaz sonucudur. İşe bunu kabul etmekle başlamak gerekir. Ekonomi sistemimizin kapitalist finans sisteminden bir farkı kaldı mı ki diye etrafımıza bir bakalım. Emin olun hiçbir fark yok. Faiz, yani paradan para kazanma en revaçta olan geçim kapısı değil mi bizde? Zenginin daha zengin, fakirin daha fakirleştiği bir yolda değil miyiz? Gelirin %80'ini zenginler ceplerine indirmiyor mu? Vergi gelirleri yine fakir ve fukaranın cebinden çıkmıyor mu? Zenginlerin, devasa şirketlerin, memleketin kaymağını yiyen para babalarının vergilerinin silinmesi için yeni yeni düzenlemeler yapılırken bir taraftan, öbür taraftan da en büyük ihaleler onlara verilmiyor mu? Yine daha fazla zengin olmaları için yatırımlarına her gün yeni yeni teşvikler yapılmıyor mu?
Ya alım gücü her geçen gün düşen fakirler? İnanın bir trafik cezasını zamanında yatırmadığı, bir faturasını geciktirdiği için başına gelmeyen iş kalmıyor. Doğru oturup doğru konuşalım. Her krizde çözümü halkı kredilere teşvik etmekte bulan ve toplumun kahir ekseriyetini bir şekilde bankalara mecbur eden bir çözüm anlayışı ile nasıl iflah olacağız? Bunu ciddi bir şekilde sorgulayalım. Gelir ve vergi adaletini ekonomi politikasının merkezine almadan, zengin ile fakir arasındaki uçurumu kapatmayı esas alan bir anlayış benimsenmeden bir yere varılır mı? Her açıklanan ekonomi paketlerinde yine krediler, yeni vergiler ve zenginlere ayrıcalıklardan başka ne getirildi ki şimdiye kadar?
Şartlara uygun bir İslam iktisat modeli geliştirmek gibi bir derdimiz de olmadı bugüne kadar. Hayali konuşmak, afaki değerlendirmeler yapmak elbette doğru olmadığı gibi çözüm de olmayacaktır. Ancak kendi değerlerimizi bir modele dönüştürüp hayata geçirmek zor değil. İslam iktisadı denince kast edilen şey, toplumda zekat ve sadaka kültürünün yaygınlaştırılması değildir elbette. Zekat, bir modeldir aslında. Zekat, toplumsal sorumluluklarda fakirin yükünü azaltmak, zengini ise sorumluluk almaya zorlamaktır. Yani vergi sorumluluğu, fakirin değil, zenginin sorumluluğudur. Bu dahi, iktisat politikasında ana tema haline getirilse gelir ve vergi adaleti bihakkın tesis edilir.
Hırsızlık yapanın elinin kesilmesini bir vahşet olarak görenler, bunun aslında toplumsal anlamda bir hayat ve denge kaynağı olduğunu bilmiyorlar. Bir baklava dilimi veya ekmek çalanın eli kesilmez elbette İslam Hukukunda. Ama trilyonları ihale yolsuzlukları ile veya farklı farklı ali cengiz oyunları ile sümen altı edenlerin eli kesilseydi bir daha yolsuzluk mu olurdu bu memlekette? Elden kast edilen sadece bildiğimiz bedenin uzvu olan el değil. Hiç kimse kayırılmadan; yolsuzluk yapanlara mevzuat hassasiyetle uygulansaydı, toplumsal itibar ve yasal engel anlamında bir daha ticaret yapamayacak duruma getirilselerdi yolsuzluk kapısı kökten kapanırdı. Bu da ticari anlamda bir el kesme yerine geçiyor aslında. Zira ticaretin de elleri, kolları ve ayakları vardır.
Elhasıl çözüm dediğimiz aslında o kadar bilinemeyecek kadar çetrefilli bir şey değildir. Hepsi irade meselesi. İcraatçıların içinden bir gelse, hiçbir sorun kalmaz.
Türkiye'nin Batı İktisat Modeli sevdası bitmelidir
Şehzade Demir