Dün basına düşmüştü. Adalet Bakanlığı, boşanma davalarının hızlandırılması için bir çalışma yapıyor. 5-6 yıl süren boşanma davalarının hızlı bir şekilde boşanma ile sonuçlandırılması için paçalar sıvanmış. Yani boşanmalar kolaylaştırılacak, bir anlamda teşvik edilecek ve aile kurumu daha da zayıflatılacaktır. Boşanmaların toplumda oluşturduğu travmaları görmezden gelmeye devam ediyoruz maalesef. Aileyi sadece kadın-erkek iki kişiden ibaret sanıyoruz. Oysa her boşanma topluma büyük bir yıkım ve travma miras bırakmaktadır.
Bakın istatistiklere. Kesinleşen boşanma davaları sonucunda 2020 yılında 135 bin 22 çift boşanırken 124 bin 742 çocuk velayete verilmiş. Yani neredeyse her boşanmadan bir çocuk ortada kalmaktadır. Anne veya babasına velayete verilmiş olabilir. Ya da devlet korumasına alınmıştır. Bu bir şey değiştirmez. Anne babası ayrılmış olan her çocuk ortada kalmıştır. Anne baba şefkatinden mahrumdur. Fıtri ve tabii eğitim merkezi olan aile ortamından yoksundur. Bunların hala görmezden gelinmesini anlamak mümkün değildir.
Evliliği bitiriyoruz. Bunu görelim artık. Bir kez daha bakalım istatistiklere; 2020 yılında 487 bin 270 çift evlenmiştir. Biraz önce yazdık, 135 bin çift de boşanmış. Yani neredeyse her üç evlilikten biri boşanma ile neticelenmiştir. Toplum olarak nereye gidiyoruz? Toplumumuzun sağlamlığından, kadim kültüründen, köklü değerlerinden her fırsatta söz eder iftihar ederiz. Oysa bütün bu değerleri toplumumuza aile kurumunun kazandırdığını unuturuz nedense. Buna farklı çözümler üretilmelidir.
Adalet Bakanlığının yaptığı çalışmada beni çok üzen bir husus var; boşanmaların hızlandırılması için Avrupa ülkelerinin mevzuatları üzerinde bir inceleme yapılmış. Bu araştırmalar neticesinde yapılacak düzenlemeyle, boşanma davası ile mal paylaşımı, velayet, tazminat gibi davalar birbirinden ayrılacak. İki taraf razı olursa öncelikli olarak boşanma karara bağlanacaktır. Almanya ve diğer bazı Avrupa ülkelerinde, ‘evlilik birliği fikren ve ruhen bitmişse’ boşanma için yeterli görülmektedir. Yapılan değerlendirmelere göre, tazminat, velayet gibi konular ikincil önemde olacaktır. Bunun aynısını bize de uygulayacaklar yani.
Bir kere Avrupa’da “aile” diye bir mefhum yoktur. Aile mevzuatında bize nasıl bir katkıları olsun? Bu güne kadar biz Avrupa’nın ne hayrını gördük ki karşılaştığımız hukuki sorunlarda ilk olarak Avrupa’ya koşuyor, onları örnek alıyoruz? Bu kompleksten ne zaman kurtulacağız? Bizim bütün medeniyetlere beşiklik eden ve devasa bir müktesebatı temsil eden bir İslam hukuku mirasımız vardır. Batı hayranlığı bize bu güne kadar ne kazandırdı? Aile kurumumuzun bitmesinin nedeni Avrupa’dan aldığımız mevzuatlar değil midir? İstanbul Sözleşmesindeki imzayı Türkiye niye geri çekti?
Biz niye İslam hukuku içerisinde bir çözüm arayışına girmiyoruz? İslam ülkeleri içerisinde kendini “eksen” olarak geliştirmeye çalışan Türkiye’nin Avrupa mevzuatını taklit etmesi bir çelişki ve tutarsızlık değil midir?
Bir kere aile, sadece kadın erkek iki eşten ibaret değildir. Çocuklu ailelerde mutlaka çocukların da bir hukuku, boşanmalarda bir belirleyicilikleri olmalıdır. Çocuklar mümeyyiz değil ise onların hukukunu vekaleten koruyan bir anlayış olmalıdır. Boşanma, toplumsal boyutları olan ve sadece eşlerle sınırlı kalmayan kurumsal bir yapıdır. Aile mahremiyetleri karakol ve mahkeme salonlarına taşınmadan önce niye bir “arabuluculuk” mekanizmasına tabi tutulmuyor? Bu, ciddi bir eksikliktir. Aile kurmak kolay olmadığı gibi yıkılmasının da ağır sonuçları olmaktadır. Yıkılan her aile, aslında yıkılan bir dünyadır. Aile bakanlığından, sosyal politikalardan, diyanetten ve de ailenin içerisindeki bir kanaat önderinden oluşabilecek bir kurul, mutlaka arabulucu olmalı, bu kuruldan cevaz alınmadan mesele, mahkemelere taşınmamalıdır.