Türkiye’deki siyasi atmosfer, sıcak gündem ve ani gelişmelerin oluşturduğu yoğun mesai hiç bitmeyecek her halde. Eğer bu yoğunluk, sorunların çözümüne ve Türkiye’nin normalleşerek önünün açılmasına vesile olsaydı hadi olsun der ve katlanırdık. Netice itibarıyla nasıl olsa güzelliklere vesile oluyordu. Ancak öyle olmuyor. Bir kısır döngü, sonuçsuz devinim, zaman mesai ve imkân israfından başka bir şey değildir. Bu kısır döngünün hepimize maliyeti çok büyüktür gerçekten. Ancak farkında değiliz.
Bu konu son dönemde beni ciddi anlamda düşündürüyor. Geçmişe yönelik hafızamızı yokladığımızda aslında bu durumun hep devam ettiğini, hiç bitmediğini ve Türkiye’nin rutinleri arasında yer aldığını görüyoruz. Çünkü suni gündemler, temel sorunlara dair akim kalmaya mahkûm tartışmalar hiç bitmedi. Her dönemin güçlü siyasi aktörünün siyasi partiler yasasını kendine uydurma çalışmalarının oluşturduğu ve ayları bulan hararetli gündem, yeni bir anayasaya dair neredeyse her yıl temcit pilavı gibi servis edilen sonuçsuz mesai, siyasi partilerin hayati meseleleri bir kenara bırakarak bütün kamuoyunu günlerce kendi aralarındaki atışmalarla meşgul etmesi gibi bizi tüketen gündemler en az yüz yıldır devam ediyor.
Bu konulara şimdi yenisi eklenmiş malum, başkanlık sistemi mi, güçlendirilmiş parlamenter sistem mi, ya da farklı bir şey mi? Öte taraftan laiklik tartışmaları, Kemalizm’in hayata hükmetme ve herkesi kendine uydurmaya dair dayatmaları, bunun doğurduğu tartışmalar gündemin artık klasikleşmiş konuları haline gelmiştir. Darbecilik ve darbeciler ile mücadele, darbelerin bir daha yaşanmaması için yapılması gerekenler ile birlikte vesayetlerin artık nihayete ermesi de aynı şekilde yüz yıldan fazla bir süredir hep konuşulup tartışılıyor. Malum, bu konularda da henüz bir arpa boyu yol alınmadı. Darbecilik kültürü hep devam etti, hala devam ediyor. Vesayetler hiç bitmedi. Bitecek gibi de görünmüyor. Vesayetlerle mücadele sloganı ile yola çıkarak, bu vesile ile arkalarına büyük bir toplumsal destek alanların bizzat kendilerinin çok katı bir vesayet merkezine dönüştüğüne çok şahit olduk bu memlekette.
Yüz yıldan fazla bir süredir bir Kürt meselemiz var mesela. Neredeyse yüz bin insanın canına, şehirlerimizin defalarca yakılıp yıkılmasına, trilyonlarla maddi hasara neden olan bu meseleyi aynı şekilde yüz yıldır konuşuyoruz. Hala bu ülkenin yumuşak karnı olarak yerinde duruyor. Geç de olsa anladık ki çözüm söylemi sadece bir kandırmacadır. Birileri bunun üzerinden rant devşirdi. Memleketi kendilerinin sanan bir takım elit, insanların kendilerini bu memlekete ait hissetmelerine mani olmaya çalıştı.
Anlatmaya çalıştığım husus şu ki; biz boşuna konuşuyor, boşuna tartışıyor ve bir birimizi oyalıyoruz sadece. Ya da bizi oyalıyorlar. Evet, bu memleketin çok büyük sorunları vardır. Vesayet sorunu bunların en büyüklerinden. Yeni, sivil ve adil bir anayasa ihtiyacı aynı şekilde en büyük sorunlardan. Aslında bizim en başta bir sistem sorunumuz var. Neredeyse her alanda kendi toplumu ile çatışmalı bir nizamı vesayetler, darbeler ve dayatmalarla ayakta tutmaya çalışan bir sistemi var bu ülkenin. Devletin bekasını çatışma kültürü üzerine ikame eden bu anlayış, ülkenin en büyük açmazıdır.
Örneğin; Siyasi Partiler Yasasında değişiklikler yapılacakmış. Seçim barajı %10’dan 7’ye çekilecekmiş. Peki neye yarar bu değişiklik. Temsilde adaletin önünü açacak mı? Hayır. Peki bu düzenleme ile ne değişecek? Sadece bir seçim mühendisliği. Bu düzenlemenin kime yarayacağını kamuoyu takdir etsin. Yapılması gereken ne idi peki madem seçim yasası masaya yatırılmış? Temsilde adaletin sağlanabilmesi için elbette barajın sıfırlanması gerekirdi. Ama bu hiç olmayacak maalesef.
Yani lafı uzatmadan, demek istediğim; bu memlekette sorunlar sadece konuşulur, çözülmez.