Türkiye, yine Pazar günü bir afetle üzüntüye boğuldu. Giresun’da bir sel felaketi yaşandı. Üç beş saat içinde metrekareye 100 kg’dan fazla yağmur yağdı. Özellikle Dereli Doğankent ve Yağlıdere ilçelerinde ağır tahribatlar meydana geldi. Bu yazıyı yazdığım saatlerde 7 vefat, 9 da kayıp vatandaşımız vardı. 17 bina tamamen yıkıldı. 361 bina hasar gördü. Milyarlarca lira da maddi zarar oldu. Başta Giresun halkı olmak üzere memleketin başı sağ olsun. Allah beterinden korusun. Çok daha ağır afetler gördüğümüz için kendimizi teselli ediyor ve daha beterinden yine Allah’a sığınıyoruz.

Her seferinde “Allah bir daha göstermesin” diye dua ederiz. Ancak ihmallerden veya Allah Teala’nın kainattaki kanunu gereği bir daha afetler yaşanır. Doğal afetlerin önüne geçebilmek mümkün değildir elbette. Afetlerin hikmetleri çoktur görebilenler için. En azından Allah her seferinde kendisini bize hatırlatır, dünyanın küçücük bir afetle yerle yeksan olabileceğini bize aynel yaqin gösterir ve insanoğlunun ne kadar da aciz olduğunu anlamasına vesile kılar. Bu hikmetleri okuyamayanlar olur elbet. Ancak kalp gözü açık olanlar alması gereken ibretleri alırlar.

Türkiye aslında bir afetler ülkesidir. İran, Japonya gibi ülkeler kadar olmasa da bir deprem ülkesidir. 500’den fazla irili ufaklı aktif fay hattımız mevcuttur. Yani ülkenin %92’si fay hatlarının üzerindedir. Türkiye’de yılda 20 ila 23 bin arası küçük büyük deprem meydana gelmektedir. Bunun yanında yıl boyunca yoğun yağışlı olan Karadeniz iklimi, Karadeniz bölgesi boyunca etkili olmaktadır. Bu nedenle genelde yumuşak topraktan oluşan dağlık bölgelerde, devamlı heyelanlar meydana gelmekte, sel baskınları köy ve şehirlere ağır hasarlar vermektedir.

Toplumsal afetleri, halkın acılarını, yıkım ve tahribatları suiistimal edip siyasete alet ederek hükümete veya yetkililere saldırmaya gerekçe yapmak tasvip ettiğimiz bir siyaset tarzı değildir. Sadece afet zamanlarında sert muhalefet ve eleştiriler yapılarak afet sonralarında sorunların yine sümenaltı edilmesi geleneği siyaset kurumundan mutlaka kalkmalıdır. Aynı şekilde yine afet zamanlarında veya medya/sosyal medya üzerinden sorunlar gündeme geldiğinde ancak harekete geçen, kamuoyunun tepkisini ve klişeleşmiş argo tabirle milletin gazını almak için az bir şey yapan, ancak meseleyi gündemden düşüren hükümet etme tarzı da siyaset kurumundan mutlaka kaldırılmalıdır.

İktidarı ve muhalefetiyle sorunları çözmede değil, sorunlar üzerinden rant devşirmede ihtisaslaşmış siyasi gelenek bizde devam ettiği müddetçe canlar yanmaya ve seller sermayemizi önüne katıp götürmeye devam edecektir. Sadece sel dönemlerinde gündeme gelen; dere yataklarında ve heyelan bölgelerinde kurulu yerleşim yerleri sonrasında niye gündeme gelmemekte ve yerleri niye değiştirilmemektedir? Vatandaşların bunun hesabını hükümetten de muhalefetten de sormaları gerekir.

Aynı şekilde depreme hazırlık anlamında yapılması gerekenler niye sadece depremlerin yaşanmasıyla gündeme gelir de sonrasında unutulur? Kentsel dönüşüm projesi niye tamamlanmaz, özellikle doğu kesimlerinde niye kırsal dönüşümler gerçekleştirilmez de komşu ülkelerde yaşanan ufak depremlerde dahi vatandaşlarımız kerpiç evlerin altında can verir? Bunların hesabını mutlaka sormak lazımdır.

Afetlerle mücadele elbette sadece hükümetin sorumluluğunda değildir. Bu tür umumi süreçler, hükümeti, muhalefeti, sivil toplum kuruluşları ve halkı ile herkesin sorumluluk altına girmesiyle yapılabilecek işlerdir. Ancak farkındalık oluşturmak elbette lokomotif mesabesinde olan hükümetin, sonrasında muhalefetin, yani siyaset kurumunundur. Evet, madem bir afetler ülkesiyiz, alt yapısı, üst yapısı ve zihinlerdeki anlayış ile birlikte afetlere hazır bir ülke olabilmemiz gerekir.