UNESCO 21 Şubat 2002 tarihinde yayınladığı diller atlasında dünyada konuşulan 6 bin dilin yarısının yok olma ile karşı karşıya olduğunu açıklamıştı. Bu nedenle 21 Şubat gününü Dünya Anadil Günü olarak belirlemiş ve var olan dillerin koruma altına alınması gerektiğini ilan etmişti. Bunun üzerine bir çok ülke, kendi ülkelerinde bulunan farklı dilleri koruma altına alırken yine birçok ülke bu dillerin yaşayabilmesi için eğitim dili olması imkanlarını oluşturmuştur.

Anadil, bir eğitim sistemi veya altyapı olmaksızın çocuğun annesinden, ailesinden, çevresinden, soyundan ve ulusundan öğrendiği dildir. Anadil eğitimi hemen doğum sonrası ile başlar, çocukluk yıllarında biçimlenir. Çok kültürlü ve çok dilli ülkemizde de maalesef başta Kürtçe olmak üzere toplam 18 dil yok olma tehlikesi altındadır.  Devletin bunların korunması ve geliştirilmesi için bir mevzuatı veya faaliyeti yoktur. Yıllardan beri var olan anadilde eğitim talebi ise şu ana kadar hep görmezden gelinmiştir. Oysa dünya böyle düşünmemektedir. BM üyesi toplam 113 ülkede birden çok resmi dil vardır. Özellikle Doğu Türkistan’daki zulüm ve asimilasyonları ile bildiğimiz Çin’de bile tam 51 dil resmi olarak kabul edilmektedir. Bununla birlikte Hindistan’da 36, Rusya’da 34, İtalya’da 11, Filipinler’de 17, Güney Afrika’da 11 dil resmi dil ya da bölgesel resmi dil olarak kullanılmaktadır. Bizim komşu ülkelerimiz olan Irak’ta bile 4, İran’da ise 8 dil anayasal olarak tanınmaktadır.

Birden fazla dille eğitim yapılmasına ise dünyada çok fazla örnek vardır; Almanya’da bazı eyaletlerde ilkokuldan itibaren haftada 3 ila 5 saat zorunlu anadili dersi veriliyor. Hatta ortaokul düzeyinde ‘karşılaştırmalı dil eğitimi’ modelleri geliştirilmiştir. Bu modele göre haftada iki saat Türk ve Alman öğretmenler derslere bir arada girerek iki dilin karşılaştırmalı öğretimini uygulamaktadır. Çin anayasasında azınlık dillerinin korunması ve geliştirilmesi hususu güvence altına alınmıştır. Azınlık mensubu öğrenciler kendi dillerinin yanı sıra Çinceyi de zorunlu olarak öğrenmektedirler. Güney Afrika’da 1993 anayasası dile temel bir insan hakkı olarak bakmış, çok dilliliği ulusal bir zenginlik kaynağı olarak ele almıştır. Bu doğrultuda 9 farklı Afrika dili resmi dil olarak kabul edilmiştir. Eğitimin ilk beş yılı çocuğun kendi anadilinde öğretim yapılmakta, ardından da İngilizce, Fransızca ve Portekizce devam edilmektedir. Bolivya tam 37 dili resmi dil olarak tanımakta ve bu konuda rekorun sahibi durumundadır. İsveç eğitim sistemi ise; evde konuşulan dili eğitimde de geçerli dil olarak kabul etmekte ve en az 5 kişilik grup oluştuğunda anadilde öğretim yapmayı belediyelere bir yükümlülük olarak şart koşmaktadır.

Bu konuda çok daha fazla örnek sıralanabilir. Çok kültürlülüğün, çok dilliliğin tehdit olarak algılandığı ülke, Türkiye dışında hemen hemen yoktur. Anadilde eğitimin, ya da birden fazla resmi dil sistemine geçişin ülkeyi böleceği hususu, bilinçli olarak üretilen paranoyadan başka bir şey değildir. Çok kültürlülüğün, çok dilliliğin anayasal güvenceye alınması ve önünün açılması şüphesiz ki huzur, barış ve kardeşliğin teminatı olacaktır. İnsanların kendilerini ait hissetmelerinin vesilesidir. Dünyanın en geri kalmış bölge ve ülkelerinde bile çok kültürlülük ve çok dillilik, zenginlik olarak değerlendirilirken bizim halen bunun üzerinden kin, düşmanlık ve ötekileştiricilik üretmemiz, bize has bir durumdur.