Ümmetin gözlerindeki çıbanlar her geçen gün artıyor maalesef. Parçalanmışlık ve dağınıklık devam ettikçe de her İslam coğrafyası kanayan bir yara halini almaya adaydır aslında. Niye olmasın ki, dünya emperyalizmi ve küresel sömürü, kimden çekinsin? Ümmetin caydırıcı bir gücü mü kalmış? Bir avuç leblebinin yüksekten beton zemine bırakılması gibi her bir sözde İslam ülkesi bir tarafa savrulup gitmiştir.

İslam ülkelerinin "İslam işbirliği Teşkilatı", "Arap Birliği", "Körfez İşbirliği Konseyi" gibi var olan ortak platformlarını da yine İslam düşmanları güçler ya bizzat kurdurmuş ya bir şekilde nüfuz ederek kendi çıkarları için birer meşruiyet kurullarına dönüştürmüş veya aslında ümmetin bir araya gelmesine mani olan birer dağıtıcı unsur haline getirmişlerdir. Bu nedenle elbette Suriyeler, Yemenler, Filistinler ve de Doğu Türkistan vakaları cereyan edecek, ümmetin kanı akmaya devam edecektir.

Doğu Türkistan da aynı şekilde sahipsizliğin, kimsesizliğin, terk edilmişliğin acısını yaşamaktadır. Ümmet onları yalnız bırakmış, ellerini tutmamıştır. Bu nedenle de namaz kılmak dahi yasaklanmış, erkeklerinin tamamı rehabilitasyon merkezleri adı altında toplama kamplarında esareti, zindanı ve işkenceyi yaşamaktadırlar. Tam üç milyon erkek, bu esaretin altındadır. Kadınları ve çocukları da Çin zulmünün vicdanına kalmışlardır.

Türkiye, İran ve benzeri İslam ümmetinin söz sahibi ülkeleri ise Çin ile var olan siyasi, ekonomik ve stratejik işbirliği ve müttefikliklerinin engeline takılarak bu zulümlere sessiz kalmayı tercih etmektedirler. Evet, yaşanan bu mezalim ve soykırımlara İslam ülkeleri, Çin'in gücü nedeniyle sessiz kalmakta, rahatsız olacağı bir beyanatta dahi bulunamamaktadırlar. Bana göre asıl esareti ve köleliği yaşayanlar, Doğu Türkistan'daki Müslümanlar değildir. Onlar inançlarını tüm mezalimlere rağmen yaşamaya devam etmektedirler. Asıl kölelik, asıl esaret, Çin'in küresel gücünden dolayı ona seslerini çıkaramayan Türkiye, İran, Arabistan ve diğer İslam ülkelerinin sergiledikleri sessizliktir. Evet, asıl esir, asıl köle, onlara elini uzatamayan bizleriz.

Bugün Türkiye ve diğer İslam ülkeleri, Doğu Türkistan'dan bir şekilde kaçmayı başararak ülkelerine sığınan Müslüman kardeşlerine aleni bir şekilde bir destek veya yardımda dahi bulunmaya cesaret edememektedirler. Mısır'a sığınan Doğu Türkistanlıların büyük bir kısmı, tekrar Çin'e iade edilmişlerdir.

Oysa Doğu Türkistan'daki Müslümanların tek suçları, Çin'in maoist asimilasyon süreçlerine karşı teslim olmamaları ve inançlarını korumada ısrar etmeleridir. Çin'deki diğer tüm kesimler, Çin'in asimilasyon politikalarına daha fazla direnememiş ve teslim olmuşlardır. Ancak Müslümanlar, bunu reddetmiş ve inançlarında direnmişlerdir. Onların ödediği bedel, Müslüman olmanın, istikamet üzere kalmanın bedelidir. Bu nedenle İslam ümmeti, bedeli her ne olursa olsun, onlara sahip çıkmalı ve Çin yönetimine baskıları arttırmalıdır.

İran, Türkiye, Pakistan, Malezya, Endonezya gibi Çin ile neredeyse müttefik noktasındaki İslam ülkelerinin sorumlulukları çok daha büyüktür. Bu ülkelerin Çin'e karşı çok daha etkin adımlar atmaları, ekonomik ve siyasi ilişkilerini de kullanmaları gerekir. Bir realitedir ki; bu ülkelerin meseleye duyarsız kalmaları, Çin'in zulmüne meşruiyet kazandırmaktadır.