Emperyalistler ve sömürgeciler, emellerine ulaşmak için bu güne kadar çok farklı stratejiler ve taktikler geliştirdiler. Bu stratejiler zamana, konjonktüre ve hedef ülkelere göre değişiklik arz etti genelde. Ancak stratejilerden bir tanesi var ki hiç değişmedi; ırkçılık veya menfi milliyetçilik.


Her asra, her konjonktüre, her ülkeye giden bir illettir bu ırkçılık. Her nereye bulaştırılmışsa orası felç olmuş, birlik ve beraberlik bozulmuş, güç dağılmış ve dışarıya karşı savunmasız kalakalmıştır. 

Irkçılık veya asabiyet, bir ırkın üstünlüğünü esas alarak milletleri parçaladığı gibi aynı şekilde mezhep veya yerine göre ekol veya dini üstünlüğün esas alınması (Budizmde olduğu gibi) şeklinde de uygulanmıştır.

Irkçılığın felsefesi "diğer"lerin hor ve hakir görülmesi, kendisinin mutlak üstünlüğü esası üzerine kurulduğu için en hızlı kin, adavet, cidal, çatışma ve anarşi üreten hastalıktır. Kanser hücresi gibi, bir bedene bulaştı mı onun nefesini kesip öldürmeden o bedenden çıkması mümkün değildir.

Küresel emperyalizmin duayeni olan Britanya, bu illeti çok erken teşhis etti. Hastalığı geliştirip hazır hale getirmek için yine İslam ümmetinin kucağını tercih ederek mikrobu bizim sinemizde kuluckaya yatırdı. Elde edilen verim müthişti. O gün bugündür küresel üst aklın temel stratejisi ırkçılık ve asabiyet mikrobu üzerinden böl parçala ve yut anlayışı olmuştur. Yüzlerce belki binlerce Lawrence'ler yetiştirilerek İslam coğrafyalarına salındı. O günden beridir rahat yüzü görmedik. Ümmet mefhumu sökülüp alındı bizden. Onun yerine bitmez tükenmez iç savaşlar, bölünmeler ve parçalanmalar aldı başını gitti.

Bugün İslam coğrafyasında küresel üst aklın en büyük silahı yine ırkçılık, asabiyet ve mezhep taassubudur. Irklar ve kavimler arası asabiyet daha da yaygınlaşarak artık hizip, parti, ekol ve hatta cemaat taassubuna kadar inmiştir. Yakın tarihimiz dahi ırkçılığın ve milliyetçiliğin bıraktığı yıkım ve tahribatlarla doludur. 

İslam hilafetinin Osmanlılığa dönüşmesi, Osmanlının da dört kıtaya hükmederken ilanihaye elliden fazla devlete ayrılarak bunların arasında da çok derin kin ve düşmanlıkların oluşturulması ellerine ırkçılık efsunu tutuşturulan Lawrence'ler sayesinde olmuştur.

Hulâsa; ırkçılık veya menfi milliyetçilik her zaman olduğu gibi bugün de küresel üst aklın ve sömürünün en önemli silahıdır. Irkçılık yapanlar küresel sömürünün emellerine hizmet ettiklerini bilmelidirler. Irkçılığın bu kadar tahribatını bildikleri halde ısrar edenler, ırkçılığı temel strateji haline getirenlerdir. 

Irkçılığı veya milliyetçiliği strateji haline getirenler, her ne kadar hamasi ve sloganik söylemlerle batıya veya emperyalizme karşı mücadele ettiklerini iddia etseler dahi aslında onlarla birlikte hareket ettikleri realitesini değiştiremezler.

Emperyalizmin dümenine girmiş olmanın belirtileri; küçülten, gücü kıran stratejiler geliştirmek, ırk üstünlüğünü ideal haline getirmektir. Her kim Türklük, Kürtlük, Araplık veya Farslık iddiasında bulunuyorsa bu onun milli olmayan, ecnebi bir stratejinin dümen suyuna girdiğini kanıtlamaktadır.

Bir ırkın ırkçılıkla küresel veya bölgesel güç olma ihtimali sıfırdır. Kim ırkçılık yapıyorsa küçülmeyi  tercih etmiş demektir.