Son günlerde Kürt meselesi yine yoğun bir şekilde gündemi işgal etmeye devam ediyor. Gündem ile beraber Türkiye'nin iç ve özellikle dış politikasının merkezini işgal etmiş, tüm stratejiler de bu mesele üzerinden belirlenmeye başlamıştır. Spesifik olarak belki Kürt Meselesi denilmiyor. Ancak:

Fırat'ın doğusuna yapılması planlanan askeri harekat, Sincar'ın havadan bombalanmaya devam edilmesi, ülke içinde kış ile beraber yoğunluk kazanan operasyonlar, ilgili bakanlığın yine televizyonlarda yapılan operasyonları ve alınan kelle sayısını anlatmaya devam etmesi, akil adamlar heyeti ve bunların Oslo'da yaptıkları toplantı ile ilgili son dönemde basına yapılan servisler, bunlarla alakalı medyada yoğunlukla yapılan haberler… Bu konu ile alakalı listeyi daha da uzatabilirsiniz.

Bunlar elbette bir birinden kopuk değildir. Hepsinin membaı aynı, hepsinin altında yatan muharrik saik aynıdır. Cumhuriyet tarihi ile eşdeğer olan bu mesele her geçen gün çapı biraz daha genişleyerek artık uluslararası bir boyut kazanmıştır. 

Başta Kürtlerin, sonra da Türklerin ve bu coğrafyada yaşayan herkesin çok ağır bedeller ödediği, bu toplumları felakete, savaşa, kardeş kavgasına mahkum eden meselenin yüz yıl boyunca devam ettirilmesini bir türlü anlamak istemedik. Bir sorun yüz yıl boyunca devam edebilir mi? Devam ediyorsa bunun altındaki realiteler nelerdir, bir türlü okuyamadık. Ya da aslında biz de devam etmesini istedik.

Ortadoğu İslam coğrafyasının bana göre bu gün en önemli meselesi olan Kürt meselesi, Kürtler dışında herkesin çok şey kazandığı bir altın yumurtlayan tavuğa dönüştü. Özellikle ABD ve Rusya gibi ülkelerin kör bir kuyuya dönüştürdükleri bu mesele, onlar açısından Suudi ve Kuveyt gibi ülkelerin petrollerinin çok ötesinde değerli bir hazineye dönüşmüştür. Bu mesele sayesinde Suriye, Irak ve Ortadoğu'ya kalıcı bir şekilde yerleşiyor, bu coğrafyaya hükmediyor, kaynaklarını sömürüyor ve bölge ülkelerinin hep zayıf ve kendilerine muhtaç kalmalarını sağlıyorlar. Bu nedenle bu meselenin köklü bir şekilde çözülmesine asla izin vermeyeceklerdir. Rusya ve ABD'nin Suriye'nin kuzeyi ve PYD noktasında farklı cephelerde olduklarını asla düşünülmemelidir.

PKK/PYD gibi Kürt dostu olmadıkları artık alenileşen yapılar da bu meselenin çözülmesini asla istemezler. Bu kısır döngü onların da beka kaynağıdır. İster bu coğrafyadan, ister ABD, Rusya gibi uzak coğrafyalardan olsun, Ortadoğu'ya ilgi duyan bütün ülkelerden en üst seviyede nemalanmanın ihtisas derecesinde uzmanı haline gelmişlerdir. Uluslararası meşruiyet, zenginlik, saltanat, her türlü imkan ve olanak … sınırsız bir şekilde emirlerine sunulmaktadır.

Asıl mesele, bana göre Türkiye'dir. Türkiye'nin meseleyi çözmek isteyip istememesi meselesidir. Bu gün bölgesel aktör veya bölgesel güç olma ideali ile stratejiler geliştirmeye çalışan Türkiye'nin yüz yıl boyunca bu iç meselesini çözememesi nasıl izah edilebilir? İç barışını temin edememiş bir ülkenin bölgesel güç olması mümkün müdür? Yüz yıllık pratiğe bakıldığında Türkiye'nin de meseleyi aslında çözmek istemediği gibi bir sonuç ile yüzleşiyoruz maalesef. Anayasa ve ilgili mevzuatın değiştirilmemesinde ısrar, güvenlikçi politikaların ısrarla sürdürülmesi, ötekileştirici milliyetçiliğin strateji haline getirilmesi gösteriyor ki Türkiye de devletin bekasını aslında çözümsüzlükte görmektedir.

Sonucun ilginçliği sizin de dikkatinizi çekmiştir; Türkiye, Suriye, İran, Irak gibi meseleye müdahil bölge ülkeleri ve Rusya, ABD, İngiltere ve diğer dış ülkelerin de hiç biri hiçbir şekilde bu meselede çözüm istememektedir. Çözümsüzlük üzerine böylesi geniş bir ittifak ile mesele nasıl çözülsün ki? PKK/PYD dahil, saydığım tüm ülkeler kendi bekalarını, çıkarlarını, geleceklerini Kürt meselesinin şimdiki şekli ile devamında görmektedirler. Hepsinin stratejileri çözümsüzlüğün bekası üzerinedir.

Görebiliyor musunuz; bu kadar savaş ve kaos içerisinde, kimin elinin kimin cebinde olduğunun belli olmadığı bir konjonktürde, böyle geniş çapta ittifak ve birliktelikler de kurulabiliyormuş. Ender görülebilen bir fotoğraf gerçekten.

Yani: Herkes kazanıyor. Ama kan, ölüm, yıkım ve felaketlerin tamamı Kürt toplumunundur maalesef.

Muttefeqün aleyhtir ki; devletin beka stratejisi ötekileştiriciliğin üzerine değil, kardeşliğin üzerine bina edilmediği müddetçe ne Türkiye, ne bölge iflah olmaz. İç barış temin edilmediği müddetçe Türkiye, iç ve dış politikada mahkum olmaktan kurtulamaz. Hiçbir strateji çözüm değildir. Ne yurt içinde devam eden operasyonlar meseleyi bitirir, ne ABD ve Rusya'nın sınırlı bir şekilde izin verdikleri Fırat'ın doğusu operasyonu sorunu derman olur. Mevcut statükonun devamı halinde ABD ve Rusya, bizimle oynamaya devam edeceklerdir.

Toplumların aidiyet hissedecekleri kardeşçe bir sistemin inşasından öte bir ırkın üstünlüğünü esas alan ve diğerlerini sistemin dışında tutan beka ve gelecek inşası stratejileri, çözümsüzlüğün asıl kaynağıdır. Bu stratejiler ve çözümsüzlükte ısrar sürdüğü müddetçe bölgesel güç olma hayalden öte bir şey ifade etmeyeceği gibi ülkeyi de aslında akamet ve huzursuzluğa mahkum etmekten öte bir şey değildir.