Son günlerde Elmalı Davası üzerinden çocuk istismarı meselesi gündemin en çok konuşulan meselesi haline geldi. Masumiyetin, saflığın ve temizliğin timsali olan çocukların, istismar kelimesiyle yan yana getirilmesi bile yeterince abesken, durmadan konuşulan bir mevzu haline getirilmesi zaten kirli olan gündemi daha da çirkef hale getirdi.

  Hele de konunun ana etkenlerine değinmeden, sadece bir olaya odaklanarak linç kampanyaları yürütülmesi, olayın politik tartışmalara malzeme yapılmaya çalışılması vicdan sahibi kimsenin kabul edebileceği bir mevzu değildir.

   Konuya dair en sağlıklı açıklama Hür Dava Partisi Genel Başkanı, Zekeriya Yapıcıoğlu’ndan geldi. Geçtiğimiz günlerde basın mensupları ile bir araya gelen genel başkan şu açıklamayı yaptı:

  “Bu konu, medyanın, sosyal medyanın ve toplumun gündeminde yer ediniyor. Gerçekten bazı konular vardır ki, iddiası bile insanın midesini bulandırıyor. 6 yaşındaki 9 yaşındaki çocuklara istismar yapılmış olması, ben insanım diyen bir kimsenin kabul edebileceği bir durum değildir. Yürüyen bir yargılama var. Dosyanın içerisindeki bütün delilleri görmeden zan altındaki kişilerin bu suçu işleyip işlemediği konusunda kesin bir yargıya varıp burada bu şekilde bir cümle kurmak istemiyorum, kurmayacağım da. Ama işin farklı birkaç noktasına değinmek istiyorum. Bahsettiğimiz ve birkaç gündür tartışılan somut olayda parçalanmış bir aile var. Yani o çocukların anne babaları birbirinden ayrılmış, anne daha sonra başka bir evlilik yapmış. Parçalanmış ailenin çocukları aile içerisinde istismara uğradılar diye çocukların babaanneleri tarafından ileri sürülen bir iddia var. Bu iddiaların doğru olup olmadığı adil bir yargılama sonucunda mutlaka ortaya çıkarılmalıdır. Bunun sorumluları kimse, mutlaka alabileceği en ağır cezayı almalıdır. Fakat parçalanmış ailelerin oluşturmuş olduğu diğer sorunları gözden kaçırmayalım.”

   Evet, genel başkanın açıklamasında vurguladığı asıl meseleye değinmeden, hiçbir çözüme ulaşılamaz. Zira; aile bir aradayken bile çocukların başıboş bırakılması, ilgiden, sevgiden mahrum bırakılması her türlü istismara sebep olabilirken, paramparça olup dağılmış ailelerin çocukları bu durumdan nasıl müstesna kalabilir?

  Öte yandan, durmaksızın topluma pohpohlanan sınırsız özgürlük telkinlerinin toplumu nasıl felaketlere götürdüğü açıkça görülmektedir. Canının istediği her şeyi yapmaya, anlık hazlar için yaşamaya yönlendirilen bireylerin, merhamet gibi yüce ahlaki değerleri umursamayacağı gün gibi ortadadır.

  Evliliği olabildiğince zorlaştırıp, evlilik yaşını her geçen gün yükselten, tüm olumsuzluklara rağmen bin bir güçlükle evlenebilmiş! kişileri, bir de en ufak bir nedenden dolayı boşanmaya teşvik eden, ‘onur’ gibi yüce bir kavramın arkasına sığınıp her türlü sapkınlığı meşru göstermeye çalışan, sonra da ortaya çıkan sonuçlar üzerinden yargı dağıtmaya kalkan bu düzenin hiç mi suçu yok Allah aşkına!

  Dolayısıyla tüm bu etkenleri göz ardı ederek sadece suçlulara verilmesi gereken caydırıcı cezaların konuşulması akıl kârı değildir. Hiçbir kurumun asli görevini icra etmediği bir düzenden adalet beklemek beyhude bir çabadır. O halde şahıslardan önce yargılanması gereken mevcut sistem olmalıdır. Aksi halde aşağıdaki hikâyede geçtiği üzere hırsızın ev sahibinden şikayetçi olması gibi durumlardan kurtulmak mümkün olmayacaktır.

  Anlatıldığına göre;

 “Hırsızın birisi, girdiği evin penceresinden çıkarken çerçeveye takılıp düşmüş ve ayağı kırılmış. Kadı Karakuş’a gelmiş ve ev sahibini şikâyet etmiş:

-Efendim, demiş, hırsızlık için girdiğim evin penceresinden çıkarken ayağım çerçeveye takıldı, düştüm ve ayağım kırıldı. Çerçeveyi düzgün çakmayan ev sahibinden şikayetçiyim.

-Bak sen adamın yaptığına, demiş Karakuş, getirin şu ev sahibini!

Ev sahibini getirmişler. Adam:

-Benim suçum yok efendim, demiş. Bütün suç çerçeveyi yanlış çakan marangozda…

Karakuş, adamı haklı bulmuş.

-Doğru, demiş, getirin şu marangozu!

Marangozu getirmişler. O da:

-Efendim benim hiç suçum yok. Ben çerçeveyi tam çakarken karşıdan süslü-püslü bir bayan geçti. Gözüm bir aralık ona kaymış. Tam o anda çekici vururken yanlış vurmuşum, suç o kadar süslenip benim dikkatimi dağıtan kadınındır, demiş.

Karakuş, onu da haklı bulmuş ve o süslenen kadını çağırtmış. Kadın:

-Suç benim değil, demiş. Suç berberin. Ben o gün berberden dönüyordum. Benim saçımı, başımı öyle süsleyince dikkat çeker hâle geldim. Asıl suçlu, beni süsleyip, marangozun dikkatini çekmeme sebep olan berberdir.

Karakuş:

-Çabuk getirin berberi! Diye emretmiş.

Berberi getirmişler. Karakuş, idam cezası vermiş. Adamı asmaya götürmüşler. Bir tane idam sehpaları varmış. Üzerine çıkarıp, ipi boynuna takmışlar. Fakat, adam çok uzun boyluymuş. Ayakları yere değdiği için asamamışlar. Başka sehpaları olmadığından durumu kadıya arz etmişler. Karakuş:

-Getirin komşu ilin berberini! Demiş.

Komşu ilin kısa boylu berberini getirip asmışlar…”

Selam ve dua ile…