“Otobüs durakta durunca ayakta zorla durabilen yaşlı teyze kalabalığın içine zoraki sıkışarak binmeye çalıştı. Bir ayağını attığı basamakta yalpalayınca, tam da düşmek üzereyken, cam kenarında kimseye değmeden ayakta durmaya çalışan örtülü bir kadın yetişerek, teyzenin elini tuttu. Otobüsteki hemen herkes kafasını elindeki telefona gömmüş kendini hayattan soyutlamıştı. Örtülü kadın etrafa göz ucuyla bakındı. Kimsenin yer vermediğini anlayınca, teyzenin koluna girerek cam kenarına götürdü. Yaşlı teyze dengesini sağlayamadığı için yolculuk boyunca kolunu bırakmadı. Teyze minnet duygusunun etkisi altında sordu:

’Nerelisin kızım? ‘

‘Mardinliyim teyze.’

Teyze daha da sevinerek; ‘ Yaa! Bizim Mardin’li bir komşu vardı onlar da çok iyi insanlardı.’ dedi. Örtülü kadın:

‘Teyzeciğim bu yaptığımın Mardin’li olmamla ilgisi yok ki. Beni buna sevk eden ne Mardinli olmam ne de ailemin verdiği terbiyedir. Yaşlı birine yardım etmek İslam ahlakıdır.’

 Teyze bu kez hayretler içerisinde kalmıştı. Mahcup bir edayla: ‘Haklısın kızım.’ diyebildi…

  

Yeni tanıştığımız insanlarla aramızda geçen diyaloglarda, bir birimizi daha iyi tanıyabilmek için bir takım sorular sorarız. Bu sorular genel itibariyle: Nerelisin? Diye başlar. Eğer tesettürlü ya da sakallı biriyse: Hangi cemaattensin? Sorularıyla devam eder. Bunun sebebi üzerinde düşünürken; şöyle bir kanıya vardım.

  Şöyle ki; her insanın zihninde belli başlı bir takım ön kabuller bulunur. Genel olarak insanın kendi tecrübeleri yahut çevresinden aldığı duyumlar üzerinden şekillenen bu ön yargı kalıpları, yeni tanıştığımız insanları belli bir çerçeveye oturtarak ona göre davranmamıza sebep olur. Bu ön kabuller eğer olumlu ise, yeni tanıştığımız kişilere yakınlık duyarız. Fakat eğer tam tersi ise; hiç tanımadığımız bir insanı acımasızca mahkûm eder, sebepsizce uzak dururuz.

  Zira; bir insanı tanımaya çalışmak zaman ve efor isteyen, bazen hayal kırıklıklarıyla sonuçlanan bir tecrübeye dönüşebiliyor. Zihnin ön yargı denilen işlevi ise kişiye, kendini yormadan, zahmetsizce insanları etiketleme konforu sağlar. Verdiği bu rahatlıktan ötürü, çoğu insan tercihini ön yargılarına inanmaktan yana kullanıyor. Fakat sorumluluk sahibi bir Müslümana yakışan, çoğunluğa uymak değil, İslam’a uygun olan tavrı takınması ve bu doğrultuda davranış geliştirmesidir.

  Bu yazdıklarımızdan temsiliyeti yok saydığımız anlaşılmasın. Elbette kendimizi ait gördüğümüz, mensubu olduğumuz topluluğu en güzel şekilde temsil edebilmemiz gerekir. Bizim yanlış davranışlarımız yüzünden koca bir topluluğun yanlış tanınması elbette vebal sebebi olacaktır.

  Fakat anlaşılması gereken şu ki; hiç kimse tek başına ne bir dini, ne bir cemaati, ne bir memleketi temsil edemez. Dolayısıyla bir kişinin davranışı yüzünden ne bir dini, ne bir cemaati, ne bir memleketi iyi veya kötü diyerek topyekûn etiketlemek Müslümanca bir tavır olmasa gerektir.

 Müslümana yakışan tavır,  etiketlemeden, yargılamadan, insan özelinde tanımaya çalışmak ve olduğu gibi kabul etmektir. Tebliğ ve nasihatin etkili olabilmesi için de olmazsa olmaz şartlardan biri bu tavrı yakalayabilmektir.

Selam ve dua ile…