8-15 Mart tarihleri arasında Sudan`a bir haftalık bir ziyaret gerçekleştirdik. Son derece faydalı ve verimli bir ziyaret oldu. Sudan`ı ve Sudan`da faaliyet gösteren siyasi partileri ve İslami hareketleri tanıma fırsatı bulduk. Sudan`ın önemli üniversitelerinde yaptığımız görüşmeler ile bu ülkenin eğitim ortam ve imkânları hakkında da malumat sahibi olduk.

Sudan`ı beklediğimizden de sıcak bulduk. Sudanlılar, yaşadıkları ülkenin hava durumundan bahsederken “el-cevvu fi`s-Sudan sitte eşhurin harrun ve sitte eşhurin narun” (yani Sudan`da hava altı ay sıcaktır, altı ay ateştir) diyorlar. Biz gittiğimizde altı aylık sıcaklıkların başı idi, buna rağmen sıcaklık 45 derece civarıydı.

Tabi hava değil sadece Sudan`da sıcak olan, genel olarak insanları da çok sıcak. Evet, ülke olarak belki Türkiye`den 50-60 yıl geridirler ama insani ilişkiler daha sıcak ve daha samimi. Toplumsal düzeyde İslami yaşam da daha yaygın ve belirgin. Sudanlılar özellikle cemaatle namaz kılmaya son derece önem veriyorlar. Namaz vakitleri girdi mi, cami ve mescitlerin dışında, cadde, sokak ve kaldırımlarda, boş alanlarda her tarafta adım başı, gruplar halinde cemaatle namaz kılanlara rastlarsınız. Bu da toplumda namaz kılanların sayısının fazlalığını gösteriyor.

Sudanlılar sakin ve yumuşak huylu bir toplum. Kaldığımız bir hafta boyunca kavga etmeyi bırakın, tartışan iki kişiye dahi rastlamadık. Bu gözlemimizi, ayrılacağımız gün görüştüğümüz Türkiyeli bir iş adamına aktardığımda, kendisi dört yıldır Sudan`da buna rastlamadığını söyledi ve Sudan`ın bu yönünü sevdiğini ifade etti. Bunu Türkiye`nin Hartum Büyükelçisi Cemalettin Aydın da ‘Sudan`ın 2/3`ünde huzur ve güven var` diye aktardı. Geri kalan 1/3`ünde ise zaman zaman çatışmalar oluyor. Çatışmaların olduğu bölgeler, 2011`de Sudan`dan ayrılan Güney Sudan`a komşu güney kısımlar. Orada var olan sorunların giderilmesi için hükümet uğraş veriyor.

Güney Sudan`ın ayrılmasından bahsetmişken, orada yaptığımız görüşmeler etrafında karşılaştığımız değerlendirmelerden biri de; Sudan Hükümeti`nin güneyi ihmal ettiği, oraya yatırım yapmadığı ve bunun, orda yaşayan çoğunluk nüfus olan Hıristiyanları kışkırtıp, Sudan`ı ikiye bölmede Batı`nın işini kolaylaştırdığıdır. Bunu niye söylüyorum; temel sorunlardan biri olarak Kürtlerin yaşayıp haklarına ulaşmadığı her ülkede eninde sonunda bu, o ülkelerin karşısına çıkacaktır. Baskılanan ve dışlanan her farklılık, ilerde başa patlayacak veya Batı bunu emelleri için kullanacaktır.

Sudan`ın yaşadığı tecrübeler önemli olduğu kadar Sudan`ın kendisi de önemli bir ülke. İktidar Müslümanların elinde. Kalkınmaya müsait bir ülke. Bu konuda toplumsal ve idari bazı eksiklikleri yok değil. Özellikle Türkiye ve İran, yaşanan sorunları ve sorunlu yaklaşımları bir tarafa bıraksalar, Müslümanların elinde olan ve çoğu yönleri ile müsait olan Sudan`a sahip çıksalar, Sudan kalkınacak, güçlenecek. Sudan ile birlikte Müslümanlar güçlenecek, İslam güçlenecek. Sudan tarım ve hayvancılık ile yer altı kaynakları açısından son derece zengin bir ülke, ama hem içte hem dışta sahipsiz bir ülke. Doğrusu Türkiye bu ülkede bir şeyler yapmaya çalışıyor.

Türkiye ve İran dememize belki birileri kızabilir ancak biz ısrarla ilişkilerin ve okumaların düşmanlık değil, diyalog üzerine olması gerektiğine inanıyoruz. Bu mümkün mü? Oluşmuş düşmanlıkların aşırılığı ve bu düşmanlıkların bütün ilişkilere yansıdığı bir zeminde, bu zor elbet. Ama biz bütün zorluklarına ve imkânsızlıklarına rağmen, İslam ülkeleri ve Müslümanlar arasında düşmanlığın ve savaşın değil, diyaloğun taraftarıyız. Bir yerde savaşılsa da başka yerde görüşülebilir. Bazı ülkeler veya gruplar savaşsa da biz taraflarla görüşebiliriz ve görüşmeliyiz de.

Yemen`den gelen heyetle görüşmemiz de bu inanç, anlayış ve amaç doğrultusundadır. Ama anlayışlar o kadar sertleşmiş ve keskinleşmiş ki, her şey fanatizm derecesinde düşmanlık üzerinden okunuyor.

Yemenli heyetin partimizi ziyareti ile ilgili şu denilse hak veririm; Müslümanların birbirini boğazladığı bir zamanda, savaşan taraflardan biri ile yapılan görüşmelerden yansıyan kareler doğru kareler değildi. Bu, anlaşılır ve hak verilir bir tepki olurdu bizim açımızdan. (Ki, karelerin seçimi, dostlarımızın bizi hedefe koyan bir iyiliği(!) oldu.) Ancak görüşmeyi hedef alma veya görüşme üzerinden hakaret ve ithamlar, saldırılar asla kabul edilemez şeyler.

Biz bütün Müslüman kesimlerle görüşürüz, hele hele savaş halinde olan Müslümanlarla. Ama onlarla görüşmemiz, onlardan olduğumuz veya her hususta onları doğru bulduğumuz anlamına gelmez. Görüşmede dile getirdikleri her şeye katıldığımız anlamına da gelmez. Onlar düşüncelerini söyler, biz de düşüncelerimizi söyleriz. Bu görüşme de bu çerçevede gerçekleşmiştir.  

Dahilde düşmanlık ve savaşların belimizi kırdığı bir coğrafyada yaşıyoruz. Toplumlarımız da duygusal; sevdi mi tam seven, düşmanlık etti mi tam düşmanlık eden. Coğrafyamızın psikolojisi de iyi değil. Böyle toplumlara ve bir coğrafyaya ölçüsüz kin taşımak, coğrafyanın yangınını körüklemektir. Biz kinle değil, akl-ı selimle hareket edilmesi gerektiğine inanıyoruz.