“Dedemin, birlikte bulunduğumuz son beş yıl içinde, evde on defa akşam yemeği yediğini bilmiyorum. Akşam yemeği için koskoca bir tencereye et suyuna tirit yaptırırdı. Koca tencereye ağzına kadar ekmek doğranırdı. Çoğu zaman bu tencereyi, onun camisine ben götürürdüm.

Akşam yemeğini caminin medreselerinde oturan muhacirlerle birlikte yerdi. Bunlar, Şark İsyanı sebebiyle Van civarından buraya sürülmüş Kürtlerdi. İçlerinde daha önce Şam tarafından gelmiş Seyyid aileleri de vardı. 

Hükümet bunları sürmüş, getirmiş, buraya atmıştı. Onlara sahip çıkmak Müslüman halka düşmüştü. Dedemin mütevellisi olduğu Cevizaltı Medresesi`nde, terk edilmiş yirmi iki oda vardı. Dedem bu göçmenleri oralara yerleştirdi. Ayrıca caminin bulunduğu Dolav Mahallesi`nde, yeri müsait olanların evlerine de birer aile verdi. Birkaç da boş ev buldu. Sürgünlerin arasında varlıklı, görgülü aileler vardı. Burada mahrumiyet ve sıkıntı içindeydiler.  

Dedem, erkeklerini akşam namazından sonra camide alıkoyar, onlarla sohbet eder, kitap okurdu. Bu arada yemeği yerler, yatsıdan sonra da yerlerine giderlerdi.

 Bu insanların, kazançları ve varlıkları az, yiyecekleri kıt olduğu için, mevcut erzakları kadın ve çocuklara kalsın diye, dedem erkekleri camide ağırlardı.

Dedem ve diğer Müslümanlar, sürgün edilen ve çoğu mazlum olan bu insanlara sahip çıktılar... Zulme uğrayanlar, bu kötülüğün, sadece belli bir zümrenin eseri olduğunu, diğer Müslüman kardeşlerinin bu suça katılmadığını, aksine, kendilerine el uzatıp, gönüllerini açtıklarını görerek teselli buldular.

...

Dedem bir gün medresenin önünden geçerken, “Acaba cemaatten kimseyi görür müyüm?” diye, açık duran kapıdan, içeriye avluya bakmış. Muhacirler avluya ip gerip, kurutmak için çamaşırlarını asmışlarmış. Dedem, “keşke hiç bakmasaydım da, şu çamaşırları hiç görmeseydim” diye üzülerek eve geldi.

“Keşke görmeseydim, keşke görmeseydim. O ne hazin bir manzaraydı; beni ağlattı. Çamaşırlarını asmışlar. Fanilalar, gömlekler... Hepsi paramparça olmuş... Bu insanlar, yarın çocuklarına, torunlarına, bu hadiseyi nasıl anlatacaklar? Ben görmekle üzülüyorum, yüreğim parçalanıyor. Ya onların gönül alemlerinde açılan yaralar, nasıl kapanacak? Bu zulmün sonu, bu millete neye mal olacak? Bu işleri başımıza kimler açıyor?” diye günlerce üzüldü.

Bir ara dedem, üst üste eve gelmemiş, akşam yemeklerini camiye götürüp orada kalmış olmalı ki, kendi anlattığına göre, ninemin ağzından biraz hiddetli olarak şu sözler çıkmış:

“Efendi! Bu cami cemaatinin hiç insafı yok mu? Yahu bu hocanın da çoluğu çocuğu var, ailesi var, ihtiyacı var demezler mi? Bu kadar düşüncesizlik olur mu?”

Bunun üzerine olanları, “Aman Allah`ım! Dedeniz bana öyle bir kızdı ki!” diye anlatan ninem, onun kendisini şu sözlerle azarladığını naklederdi:

“Muhsine, tükür o tükürüğü yutma! O tükürük zehirler seni... Bu tükürük Beyşehir Gölü`ne düşse, balık yaşamaz, zehirlenir... Bu caminin cemaati dediğin kimseler, Doğu`dan gelen muhacirler... Ben Allah`tan daha dua ediyorum ki, bana para versin de bunlara maaş bağlasam...

Evlerine gidince, çocukları onlara: Baba bana ne getirdin, diye soracaklar. Baba kendine yemek bulamadı ki, onlara götürsün... Muhsine, beni ağlatma, bir daha senden böyle söz duymayayım.” 

Yukarıda alıntıladığım pasajlar rahmetli Ali Ulvi Kurucu Hoca`nın hatıralarını anlattığı dört ciltlik kitabının birinci cildinden. Dört ciltlik hatıralarında ilk on sekiz senesi Konya, altı yıl Kahire, elli altı yıl Medine`de geçen seksen yıllık ömrünün ilişkilerini, şahitliklerini ve yaşadıklarını anlatıyor. Bu cihetle hatıraları tarihi birer vesika niteliğinde.

İlim, irfan, hizmet ve fazilet sahibi dedesi Hacı Veyis Efendi`yi anlattığı bölümlerden birini, günümüzle de alakalı olduğu için sizinle paylaşmak istedim.

Bu ülkenin başına zalim idareciler geçip Kürtlere duble zulmettiklerinde, kendileri de bu idarecilerin zulmüne uğrayan Müslüman Türkler, kapılarını, gönüllerini, sofralarını Kürtlere açtılar.

Oluşturulan suni nefret ve düşmanlıklardan sıyrılıp tarihimizi okumalıyız ve çocuklarımıza okutmalı, öğretmeliyiz. Bu memleketin Türk evlatları da Kürt evlatları da isimleri dahi bilinmeyen binlerce Hacı Veyis Efendi`den ve tarihinden haberdar olmalı ve oynanan oyunları görmeli. Her Kürt çocuğu bilmeli ki zulmü yapan Kemalist rejim ve onları destekleyen “Beyaz Türkler”di. Kürtlere sahip çıkan da Müslüman Türk halkıydı. Ama bugün HDP/PKK, zulmü gerçekleştiren zihniyet (Beyaz Türkler) ile buluşuyor. (Kandil`den CHP`ye yapılan birleşelim çağrısı net bir göstergedir.) Zulme uğrayan ve zulme karşı dayanışma sergileyen Müslüman Türkler ile Müslüman Kürtleri ayrıştırmaya çalışıyor.

Bu halk, mayasında iyilik olan bir halk. Ne olursa olsun hem Suriyeli mazlumlara hem de göç eden Kürtlere sahip çıkmalı.